USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

DEĞERLERİMİZ BİR BİR KAYBOLUYOR

15-06-2017

Kazandıklarımız mı, önemli? kaybettiklerimiz mi? önemli siz karar verin...
Ne değişti, neden böyle olduk! Sorularının, cevabını arıyoruz.
Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı. Okuldan eve geldiğimde; boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım. Hatta, Babamın bile anahtarı yoktu. Anahtarlar, gerektiğinde; komşulara bırakılırdı. Eğer anneniz, bir yere gidecek olursa; komşusuna sizi emanet ederdi. Kimi büyük hanımlar, mahallenin her işine koşardı. Pratik hayatın tüm uygulamalarına vakıf olduğu için; mahalleli, ondan yardım isterdi. Abiler, baba yarısı, ablalar anne yarısı olarak; bilinirdi.
Şimdilerde, çalışan bayanların, sorunlarını çözmekle meşgulüz...
Annelik gibi, kutsal bir görev, rafa kalktı...
Her şey hazırlıksız yakalandık... Şimdi ise; çıkış yolu bulmak için, çabalıyoruz...
Dayatılan kültür ve yaşama biçimi, bu olsa gerektir...
Anne  öpücüğü her derde deva idi,  ilaç gibiydi...
ANNEM gibi, Bazı anneler; mahallenin, her şeyiydi... Hasta bakıcısı, yola gidenin refakatçısı, yol göstereni, sahipsizin, sahibi... Kimsesizin kimsesi...
Bir defasında unutmuyorum; Mahallemize gelip yerleşen yardıma muhtaç bir aileye; uzun zaman bakıcılık yaptı.
O, malum annelerden birisi benim annemdi. Hatta, gönüllü ebelik yapardı. Darda kalanların, kurtarıcısı idi. Nur içinde yatsın. Çok çocuğun, ebesi olduğunu söylerdi. Geceleri evimizden; annemin apar, topar götürüldüğünü bilirim.
Babam, sanki bir iş verendi, Yaz mevsimi, işe girmek isteyenlerin, uğrak yeri; bizim ev olurdu. Yollarda, rastladığımız bazı insanlar; Bu iş bulma konusunda kendisine yardımcı olduğu için; Babamı hep rahmetle anarlardı.
Ömrünün son zamanlarında; insanların vefasızlığından, kadir, kıymet bilmeyişlerinden şikayet, eder, dururdu...  Aynı şeyleri, biz şu an yaşıyoruz... Kimi bazı insanlara yardımcı olduğumuzdan dolayı(İnsan olarak, yardımcı olduğunuz için) kendimizi suçladığımız, oluyor. Kıymet bilmemenin, vefasızlık etmenin; insanoğlunun vazgeçilmez özelliklerinden, olduğunu yaşlanınca; öğreniyorsunuz... Gençler  hazırlıklı olun...
Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi. Her zaman hazır, nazır bir candı. Onun sıcacık bir sarılması; tüm yorgunluğumuzu unuttururdu. Uzun okul yolculukları sonrası; önümüze konan, yiyecekleri; şikayetlenmeden yerdik. Beğenmemezlik etmezdik. En büyük ödülümüz; iki bisküvit arası, lokum idi. Bir de; annenizin yaptığı el emeği börek ve çörekler...
Her yere birlikte giderdik, zaten; öyle, çok da gidilecek bir yer yoktu... Ancak, gidilecek yerleri çok iyi bilirdi.
En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı. Top bulmak ne mümkün. Kimi zaman; çaputtan toplar diker, oynardık. Olsun çok mutluyduk, çooook...
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani. Oyuncaklarımız; Çember, topaç, aşık, cıncık, met, taş ve akıl oyunları idi. Arkadaşlarımızla, oyun mahallerinde buluşurduk. En güçlü muhabbetler, arkadaşlıklar, buralarda oluşurdu.
Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik. Servis, otobüs, falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi. Ayakkabılarımız; kara lastik, laylon ayakkabı idi. Iskarpin denen ayakkabı, öyle herkeste bulunmazdı. Ütülü elbiseleri, yeni giyecekleri, papuçları; ancak, bayramlarda görürdük. O nedenle; Bayramlar, çok önemliydi. Yaşanan her anı, unutulmazdı.
Okuldan dön düğümüz  zaman, hemen durak yerimiz, oyun alanları idi. Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar, oyuna bile dalardık. Kışın O, çantaları; kızak yapar, onlarla karın üstünde, kayardık...
Buz gibi soğuklarda, Kar topu oynamak bir zevkti. Kar yağışını bereket bilir, Kabus, Facia, diye adlandırmazdık.  Yağdığı zaman; Rahmet, derdik, rahmet...
Hele ucunda çan, olan balık sırtı altına yerleştirilmiş olan kızağın varsa; mahallenin en afillisi olurdun.
Oyun oynamak, en büyük zevkimizdi. Öyle kurs, falan bilmezdik. Ders çalışacak, özel odalarımız da; yoktu. O, uzun kış günlerinde; ders çalışmak için, okulda yatılılarla birlikte; etüt yapardık... Öyle, ders çalışacak, sıcacık odalar nerede? Kilometrelerce, ders çalışacak, okullara giderdik...
Sokağa çıktığımız zaman; Açlık nedir, bilmezdik. Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere, ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi. Mahallemizdeki teyzeler Annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik. Ya da; pencereden bize bir sürahi bir bardak uzatırlar, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik. Kısacası evine gidip gelen elinde mutlaka yiyecekle dönerdi. Kimi Komşularımız, Ailemiz gibiydi. Evleri, sanki evlerimiz idi. Yabancılık çekmezdik.
Anneleri o arada; oynayan çocuklarına, verdiği şeyden bizlere de gönderirdi. Paylaşmak, bölüşmek erdemdi. Paylaşmayan, bölüşmeyen ayıplanırdı.
Mahallenin büyükleri abimiz idi. Yeri gelince; bizleri, korur, gözetirler idi. Hatta, mahalle dışında gördükleri zaman; hemen mahalleye geri dönmemiz konusunda, ısrarcı olurlardı. Gitmekte zorlanan arkadaşlarımıza; kızar, hatta kovarlardı. Sokağa gelen yiyecekler; Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu.
Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık. Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi. Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi...
Mahalledeki yabancıyı, ilk çocuklar tanırdı.
Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı. Mahallelerin, hatırı sayılır büyükleri vardı. Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmazdı. Onlar nedir bilmezdik bile... En büyük gücümüz; bileğimiz ve yüreğimiz, idi. Kavgalarımız, asla kanla falan da bitmezdi. Büyükler araya girer, kavga edenleri ayıplarlardı.
Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık. Misket oynamaktan parmaklarımız kanar, yine de mikrop kapmazdık. En fazla, kanayan yerimizi, bağlardık. Kimi zaman, yaranın kurumasıyla; öyle oyunumuza devam ederdik... Azar işitip, acillere taşınmazdık.
Yazın CAMİLERİMİZ, Kuran kursu olma özelliğini korurdu. Çocuklar, hem Kuran Öğrenir, hem de; arkadaşlıklarını, dostluklarını oralarda devam ettirirler idi.
Sinema paralarını ucun, ucuna birleştirerek,  arkadaşlarla, denkleştirirdik. Teksas, Karaoğlan, macera dergilerini; Esen sinemasının yanında; para ile, kiralayarak, okurduk. O, kitapları kiraya vererek, sinema paramızı  biriktirirdik.
Taş plağı, üstten gelen plakların sırasıyla, aşağıya inerek; üzerindeki şarkı ve türküleri söyleten pikap denen aleti; Rahmetli Mahmut Amcanın evinde tanımıştım. Plakların söylediği nameleri, orada duymuştum. Girer, çıkar dinlerdik. Evimiz gibiydi...
Evimizi kendimiz temizlerdik, hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri. Kış hazırlıkları, mahalle sakinleri ile; ortaklaşa yapılırdı. Turşular, erişteler, salçalar, kuskus, kavurmalar; hep imece usulü yapılırdı. Peynirler, yağlar, tenekelerle alınırdı. Bunun için; yolculuklar yapılırdı. Patatesler, soğanlar, çuvallarla depolanırdı. Yazlık kimi sebzeler; evin duvarlarına asılarak; güneşte kurutulurdu. Komşulara gelen kışlık yakacaklar, imece usulü ile; kömürlüklere yerleştirilirdi. Böylece kışa hazırlanırdı. Komşular, birbirlerinden haberdar olurdu. Her konuda birbirlerine, yardımcı olunurdu. Garip, guraba korunurdu. Kederde ve sevinçte birliktelik; sıradan şeylerdi.
Şimdi ise;
Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok. Amma her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar... Ruhsuz bedenler gibi, şehrin caddelerinde boy gösteriyorlar. İnsanlar, Allah´ın selamını bile; birbirine vermekten çekinir hale gelmiştir. Görünmyen bir güç; sanki onları, birbirinden ayırmaktadır.
Ruh yok, buz gibiyiz, bu biz değiliz... Tahta iskemleleri, oturakları barındıran, geniş avlular içerisinde hayatını devam ettiren, Büyük aileler yok olmuş. O, Büyük evlerde, avlularda yaşayan yaşlılarımız, yoktur. Onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu. Yaşlılar huzur evlerine bırakıldı. Çocuklar, kreşlere teslim edildi... BİTİYORUZ...
Şu anda kimi insanların özendikleri, hatta oralara gittikleri zaman gururla anlattıkları; kapılarında ´ vale ´ lerin, ´ bady ´ lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir. Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp; taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana. Öyle ya, kolay kazanmadık, onları alacak paraları... Alın teri ve emeğin zirvesi var, ucunda... Öyle baba parası ile, miras parası ile alınmadı...
İsyan ediyorum, Benim değildir bu kültür. Ne ruhuma, ne bedenime ne de cüzdanıma hitap eder. Sömürü düzeni her şeyi almış götürmüş. Kültür esareti, her yanımızı sarmış. Bize yabancı. Sanki kendi ÜLKEMDE, esir gibiyim. TV ekranları yabancı, giyim kuşam, yabancı, yeme alışkanlığımız yabancı, israf almış başını gidiyor. Ya ben, den değilim. Ya bütün çevremdeki unsurlar; işgal kuvvetleri... siz karar verin... BEN, eski Beni arıyorum...
Çok değil, yukarıda sıraladıklarım. Otuz, Kırk yıl öncesinin gerçekleri ve yaşanmışlıklarıdır. Bugünün gençliğine göre; çok anlamsız gelse de; bizim yaşamaktan çok mutlu olduğumuz, zaman dilimleridir.
Değişim kazandırdı mı? kaybettirdi mi? siz karar verin. Gittikçe yalnızlaşan, kimsesiz hale gelen insan; bu yaşadıklarından sizce mutlu mudur? Yıllar öncesinde dillendirilen, bir name ile; son verelim.
Hadi gelin, köyümüze gidelim... Fadimenin, düğününde, halay çekelim...  Hadi, hep beraber, O, günlere geri dönelim...
Belki kaybettiğimiz tüm değerleri, geri bulabiliriz.
Böyle yaşamayı biz mi istedik? Yoksa, Birileri bize, bunları yaşamaya mecbur mu tutuyor?
Bize medeniyet, diye sunulan; her teknolojik ilerleme; bizi bizden alıp, götürüyor... meçhul, sonu bilinmeyen yerlere...
Şimdilerde cep telefonu çılgınlığı yaşanıyor... Öz çekim yapacağım diye; kaybedilen canlar...
Anne ve Baba, gerçeğini dahi algılayamamış genç nesiller... Kendilerini arkadaş guruplarının ortasında buluyorlar.. İşte O zaman; gelsin tehlike çanları...
Sevgisizlik her alanda almış, başını gidiyor... İşte O, genç bulamadığı, sevgiyi; birilerinde bulduğunu  sanarak; kendisini her türlü tehlikeye açık hale getiren; yolculuğa çıkıyor...
Binalar arasına sıkışmış, yüz binler arasında yaşayan, yalnız, kimsesiz, insanlar... Aynen, cansız bir tablo gibiler... Sürekli mutluluğu, huzurlu ortamı arıyorlar...
Tüm değerlerimizi kaybettik... arayış içerisindeyiz... nesillerin geleceği meçhul... Yalnızlık insanın vazgeçilmez, gerçeği... Böylece insanlığımızı kaybettik... ARIYORUZ.., ARIYORUZ...

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?