USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Hep Zulüm Hep Zulüm

28-07-2018

12 Eylül´de Türkiye cehennemi yaşıyor uzun gözaltı sürelerinin yanı sıra cezaevlerinde de aynı eziyet sürüyordu. Cezaevlerinde toplam 299 kişi hayatını kaybediyor,14 kişi açlık grevinde ölüyor ve. 16 kişi de sözde ?kaçarken? vuruluyordu.

Bilançoda 95 kişi ?çatışmada? ölüğü. 73 kişiye ?doğal ölüm raporu? verildiği ve 43 kişinin ?intihar ettiği?  de yazıyordu.

Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü Kuruluşlar Davası 29 Nisan 1981 tarihinde Ankara´da başladı.

Askeri Savcı Hava Hâkim Albay Nurettin Soyer hazırladığı 945 sayfalık 587 sanıklı ?MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası?nın iddianamesinde, Alparslan Türkeş´le birlikte 220 ülkücünün idamını istiyordu.

Ankara Mamak Askeri Cezaevinde C-5 adı verilen bir baraka ülkücüler için özel sorgulama yeri olarak kullanılıyordu. Sıkıyönetim Savcısı Nurettin Soyer, Pol-Der´li polislerden oluşturduğu, aralarında Zeki Kaman ve Dürüst Oktay gibi işkencecilerin bulunduğu bir ekiple, C-5 isimli bu barakada MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası sanıklarına akla hayale gelmeyecek işkenceleri, kendisi de bizzat katılarak yapıyordu.

Sanıklar ısıtılmış çelik dolaplarda Filistin askısına asılıyor, çırılçıplak soyulup elektrik veriliyor, akla hayale gelmeyecek işkenceler vücutlarında deneniyordu.

Bu işkencelerin bazıları sanıkların anaları, babaları, eşleri, kız kardeşleri, ağabeyleri, çocukları önünde yapılarak tehditte bulunuluyordu.

Milliyetçi Hareket Partisi avukatlarının doktor raporlarıyla belgelettikleri işkence raporları, zabıtlara geçmesine rağmen, mahkeme tarafından dikkate alınmıyordu. Orhan Çakıroğlu, Yılma Durak, Mustafa Dikici, Aydın Esi, Nuri Demiryürek ve Celâl Adan gibi pek çok mağdur kendilerine yapılan işkenceleri raporlarla teyit ettirmişlerdi.

Ankara´da Bekir Bağ, Malatya´da Aydın Demirkol ve Mehmet Kazgan, tutuklu bulundukları sırada ağır işkencelere dayanamayarak hayatlarını kaybetmişlerdi.

Yakalanan her Ülkücü, Mamak Garnizonu´nun içinde bulunan ve "C-5" adı verilen binaya götürülüyordu.

Dayak binanın önüne gelindiğinde başlıyordu. ?Burada ne işin var lan!? Kelimelerini cop darbeleri, tekmeler, yumruklar izliyordu.

Daha sonra bir tahtanın üzerine yatırılıp, gözler bağlı olarak ?falakalı sorgu? başlatılıyordu.

İlk kırıklar ve çıkıklar genelde burada başlıyordu.

Bu kırık çıkıklar dışarıdakilerin işi iyi bilmemelerinden kaynaklanıyordu.

Öylesine pervasızdılar ki, sorularına cevap vermeyenleri tekmeliyorlar, kollarını ve bacaklarını kırıyorlardı.

Asıl metot içerde uygulanıyor, işkencenin gerçek ustaları burada bulunuyordu.

Cinsel organından elektrik verilmesinden etkilenenlere defalarca elektrik veriliyordu.

Çırılçıplak soyulup, hayâ duygusuyla morali bozulanlar, sürekli olarak çıplak tutuluyorlardı.

Bu kadarla da kalınmıyordu. Bazı Ülkücülerin kolları bir kalasa bağlanıyor, çırılçıplak sandalyenin üzerine çıkarılıyor, kalas tavana asıldıktan sonra, altındaki sandalye çekiliyordu. Askıya asılanlar havada sallanırken, defalarca cinsel organına elektrik veriliyordu.

İşkencenin süresi de dayanıklılığa göre değişiyordu. Dayanıklılık gösterenlerin, 30-40 gün işkenceye tabi tutuldukları bile oluyordu. Cezaevine götürülüp, ?ihtiyaca? göre tekrar işkencehaneye getirilenler bile vardı.

Ankara´da Bekir Bağ, Kadir Mahir Damatlar´ın yanı başında işkence ile öldürülmüştü. Kadir Mahir Damatlar ise 2,5 ay işkence görmüş, en ağır işkencelere rağmen tek kelime konuşmamıştı. Bu nedenle işkenceciler kendilerine zorluk çıkartanları ?Mahirleşme? diyerek, ağır işkence göreceği şeklinde uyarmak zorunda kalmışlardır.

İşkence aşamasını geçen ülkücüler, A Blok´ta bulunan ?kafese? konuluyorlardı. Bu, sirklerdeki aslan kafeslerinin benzeri bir yerdi. Burada oturmak, kalkmak, ayak değiştirmek, kıyafet düzeltmek, hatta oturuş şeklini değiştirmek izne tabiydi.

Herhangi bir ihtiyacı olanın yüksek sesle Komutanım diyerek bağırması gerekiyordu:

Kafeste bütün erlerin adı "komutan", bütün ülkücülerin adı da "lan"dı!

Kafestekiler, hayvan gibi terbiye ediliyorlardı. Yerinde sayma, marş söyleme, emir alma, "komutan" denilen erlere hitap etme hep orada öğretiliyordu. Buradaki "eğitim" bir gün ile bir ay arasında değişiyordu. Ardından, isnat edilen suça göre koğuşlara ya da hücrelere sevk ediliyorlardı. Koğuş ve hücrelerde ise, "karıştır-barıştır" metodu uygulanıyordu. Solcu ve ülkücü gençler bir arada kalıyorlardı.

Mahkeme üyelerinin kültür seviyesini belirtmek için şu hikâyecik yeteli olacaktır sanırız.

Milliyetçi Hareket Partisi Davası Başsavcısı Nurettin Soyer, ülkücülere işkence sırasında ?Sizi kim eğitti? ? şeklinde sorular sorar. Onlar ise partinin eğitimciler kadrosundan Namık Kemal Zeybek´in ismini vermek zorunda kalırlar.

Bunun üzerine Nurettin Soyer, ?size neler öğretiyordu?? diye tekrar sorar. Ülkücüler ise, ?Ahmet Yesevi´yi anlatırdı? diye cevaplarlar.

Bunun üzerine savcı Nurettin Soyer, hem Namık Kemal Zeybek´in hem de Ahmet Yesevi´nin tutuklanması için emir çıkartır.

Ahmet Yesevi Türkistan´da yetişen ve İslamiyet´in Anadolu´da yerleşmesini sağlayan, 13´üncü yüzyılda yaşamış büyük velilerdendir. Namık Kemal Zeybek´in Hoca Ahmet Yesevi´ye ayrı bir sevgisi vardır, bu nedenle ülkücülere örnek olarak göstermek amacı ile anlatmaktadır.

Yılma Durak ise, ağır işkencelerden kurtulabilmek için aspirin biriktirmiş, sonra bu biriktirdiği aspirinleri kireçle karıştırarak içip ölmeyi denemiş, ancak yine de kurtulamamıştı

Erzurumlu Yılma Durak, ?Doğu´nun Başbuğu? olarak tanınıyordu. 4.5 yılı hücre olmak üzere 6 yıl cezaevinde kaldı.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?