?>

TASAVVUFUN KAYNAĞI HİNDİSTAN VE İRAN´DIR

9 yıl önce

Tarikatlar, Peygamber Efendimizden 300 yıl sonra kurulmuşlardır ki, o zaman mezhep imamları dahi çoktan vefat etmişlerdi. Eğer dinde böyle bir şey olsaydı, Peygamber ve Sahabelerden sonra dinimizin bütün emir ve hükümlerini yazıp yayınlayan müçtehitlerin de tarikatlardan bahsetmesi icap etmez miydi?  Hâlbuki hiçbir imam, tasavvuf veya tarikattan hiç söz etmemiştir. Gerçi tasavvuf ehli kitaplarında imamı Şafi’nin bir çoban şeyhi olduğundan bahseder ve yine İmamı Azamın “Levlessetan leheleken Numan” diyerek “Ömrümün şu son iki senesinde tarikata girmemiş olsaydım helak olmuştum” dediğini iddia ederler. Fakat bunları tasavvufa güç kazandırmak için sonraki tasavvuf ehlinin uydurması olduğu bir gerçektir. Üçüncü asırda kurulmuş olan tarikatlar da bugün mevcut değildir. Bugün var olan tarikatların hepsi altıncı ve yedinci asırlarda kurulmuş olanlardır. Hepsi de İslam dinini menşei olan Mekke ve Medine şehirlerinden başka yerlerde çıkmışlardır. Bunların hemen hepsinin İran ve bilhassa Horasan şehrinden gelmiş olmaları ayrıca dikkat çekicidir. Tarikatçılık, Hicretin 5-6. Asırlarında İran’da tekrar canlanan daha doğrusu hortlayan Mecusiliğin İslami perdeye bürünmüş bir devamı niteliğindedir. Zaten İslam’a en büyük hurafe ve bidati sokan Hallacı Mansur Ve Bayezidi Bistami Mecusi kökenlidir. Yine Tarikatlarda ki mezar etrafında dolaşmak, mezardan yardım ve medet ummak, Şeyhe Rabıta yapmak, Def ve kavallarla müzikli zikir yapmak, yine çeşitli müzik aletleri eşliğinde Sema etmek hepsi İran kökenlidir ve iddiamızın doğruluğunu göstermektedir. Belki de İran’ın müfrit milliyetçileri İslamiyet’ten intikam almak için bu çareye başvurmuşlardır. Zira İslamiyet onları mağlup etmiş, onlar da İslamiyet’i akide cephesinden parçalamak istemişlerdir. İranlı bir kölenin Hz. Ömer’i şehit etmesi ve İran’ı fetheden Hz. Ömer’e kin güdüp işgalci demeleri bu husumetlerini göstermiyor mu? Fakat asıl dikkate değer nokta; tarikatçı mutasavvıfların kendilerine yeni düzen vermeleri ve her tarikatın kendine göre bir nizamı, bir usulü olmasıdır. Eğer bunlar İslam esaslarına bağlı olsalar, yeni nizam ve usul aramalarına gerek kalmazdı. Zira İslam birdir, bunun düzeni de Allah tarafından verilmiştir. Artık ona yeni bir düzen verilmesine imkân yoktur. Her tarikatın ayrı bir nizamı olması demek, dini ayrı-ayrı şubelere bölmek demektir.  Bütün Müslümanların dini, nizamı İslam dinidir. Bu nizamın esası da Kur’an ve Sünnettir. Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Allah’a ortak koşanlardan olmayın. O kimselerden ki; dinlerini parçalamışlar ve guruplar olmuşlar, her bir gurup kendi gurubu ile hoşnutluk duyar.” (Rum, 31) Eskiden revaçta bulunan ve birkaç taraftarı olan tarikatlar, hakikaten yekdiğerine nazaran başka-başka şekildedirler. Mesela: Birinde ağzı kapayıp nefesi keserek zikretmek ve zikir esnasında yüzü perdeyle örtmek gerekirken başka birinde de bunun tam aksine defler ve sazlarla, bağırma, çağırmalarla zikretmek lazımdır. Hâlbuki İslam’da şekil değişikliği yoktur, namaz her yerde aynı şekilde kılınır, Kurban her yerde aynı şekilde kesilir. Zira İslamiyet birdir. Bunu ayrı-ayrı şekillere sokanlar hakkında Cenab-ı Allah Peygamberine şöyle buyurur: “Şüphesiz o kimseler ki dinlerini parçalamışlar ve guruplar olmuşlar, sen hiçbir şeyde onlardan değilsin. Onların işi Allah’a aittir.” (En’am 159) Eğer İslam da tarikatçılık olsaydı, İslamiyet’in yayılması ve en ufak bir hükmünün bilinmesi için durmadan- yorulmadan çalışan ve bu uğurda en çetin mücadelelere ve en korkunç tehlikelere atılan, hayatına müteaddit suikastlar yapıldığı halde yılmadan ve korkmadan Hakkı tebliğ etmekten geri durmayan, hatta Hakkı tebliğ için yerini, yurdunu bile seve-seve bırakıp yabancı bir şehre giden ve nihayet dinin bütün emir ve hükümlerini tebliğ edip vazifesini bitirdikten sonra fani hayata veda eden büyük Peygamberimiz de bu tarikatı kurmaz mıydı? Hiç değilse kurulması için haber vermez miydi? Hâlbuki kurmak ve emir vermek şöyle dursun, bu hususta en ufak bir işaret dahi mevcut değildir. Yoksa tarikatçıların akıllarınca Peygamberimiz bunun faydasını anlamamış mıydı ki, O’ndan asırlarca sonra dinimize yeni-yeni hurafelerini ilave etmeye kalkışıyorlar. Bunların: “Bugün size dininizi tamamladım.” (Maide 3) mealinde ki Allah’ın emirlerinden haberleri yok mu? Yoksa başkalarının bu ayetten haberi yok mu sanıyorlar da hurafelerini din diye cahillere kabul ettiriyorlar? Not: Bu konuda uyarıcı ve yapıcı yazılarımız devam edecek İnşallah.

YAZARIN DİĞER YAZILARI