İslam dininin başlıca hedefi, maddeperestliği yıkmak ve bütün insanları yalnız Allah’a ibadet etmeye sevk etmektir. Başka bir insan Allah ile kul arasında vasıta olursa, bu maddeperestlik olur. Zira o kul artık Allah’ı değil, Allah’a işini ulaştırması için o vasıtayı çağırır ve Allah’tan önce ona yalvarır. Böylece Allah’tan evvel o vasıta kendinin bir Mabudu haline gelir. Maddeperestlik demek, sadece maddeye “Allah” demek değil, maddeyi arada vasıta yapmak demektir. Zaten Putlara tapanlar da hemen hepsi onlara “Allah” demezlerdi. Onları Allah ile kul arasında vasıta yaparlardı. Onlarla, insanları vasıta yapanlar arasında ne fark olabilir? Müşrikler sadece cansız bir maddeyi vasıta edinmişlerdi. Bunlar da canlı ve belki de günahkâr bir maddeyi vasıta ediniyorlar. Netice olarak ikisi de maddeperestliktir. Yüce Mevla Kur’an-ı keriminde şöyle buyurur: “İyi bilinmelidir ki, halis din Allah’ındır. Allah’ı bırakıp O’ndan başka dost edinenler: “Biz onlara bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” derler. Muhakkak ki, Allah aralarında ihtilafa düştükleri konularda hükmedecektir. Allah yalancı ve kâfir olan kimseyi hidayete erdirmez. (Zümer, 3) Görüldüğü gibi bu ayette, kendilerini Allah’a yaklaştırsın diye dost tutanlardan bahsediliyor. Tutulan dost, ister canlı olsun, ister cansız olsun, tutulmasında ki maksat bir olunca fark yoktur. Şu halde Allah ile kul arasında Allah’a yaklaştırmak için canlı veya cansız maddeyi vasıta kılmak, İslami olmayan eski cahiliye adetlerindendir. Bu hususta bir de Hristiyanların bir âdeti vardır. Hıristiyanlarda ve bilhassa Katoliklerde ibadet her yerde olmaz. Yalnız Kilise de ve Papazın irşadı altında yapılır. Çünkü onlar, Papazı Allah’ın vekili bilirler, Allah’ın namına ibadeti kabul edebileceğine ve günahları bağışlayabileceklerine inanılır. Bu gibi itikatlar aslında Allah’a ortak koşmak olduğu için, İslam dini tarafında reddedilmiştir. İslam dini âlimler, öğretmekten başka hiçbir görev ve yetki vermemiştir. Bunun için bir Müslüman ibadetinde tamamen serbesttir. İsterse evinde, isterse tarlasında namazını kılar, isterse dükkânında veya dairesinde kılar. Yalnız şehir, Kasaba ve köyde ki halkın, bir araya gelip bir diğerini görmeleri, hallerini sormaları, dertlerini ve ihtiyaçlarını öğrenmeleri, aralarında ki dargınlıkları gidermeleri gibi birçok ahlaki ve içtimai faydaları bakımından cemaatle namaz kılmaları daha hayırlı ve daha sevaptır. Günah işleyen bir kimse doğrudan doğruya Allah’a tövbe eder. Nasıl tövbe edileceğini bilmiyorsa âlimlerden öğrenir. Fakat âlim tövbesini kabul veya reddetmek veya Allah’a kabul veya reddettirmek yetkisine sahip değildir. Kur’an, Müslümanları tövbeye davet ederken, başkasını vasıta yapmaları gerektiğinden bahsetmemiştir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Samimi bir tövbeyle Allah’a tövbe ediniz.” (Tahrim 8) “Ey müminler! Hep beraber Allah’a tövbe ediniz.” (Nur 31) Kur’an-ı kerimde birçok ayet insanları Tövbeye çağırmaktadır; fakat bu tövbenin şeyh veya başkası vasıtasıyla yapılmasından bahsetmemektedir. Şu halde İslam dininde tövbe de doğrudan-doğruya Allah’a yapılır ve hiç kimse arada vasıta olamaz. Her Müslüman, diğer Müslümanın dünya ve ahiret işleri hususunda Allah’a dua edebilir. Bu da âlimlere veya şeyhlere mahsus bir hal değildir. Kabul edip etmemek ise ancak Allah’a aittir. Bu mevzuda Yüce Allah şöyle buyurur: “Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman sana gelseler, Allah’tan günahlarının affını isteseler ve Peygamber de onlar için (Allah’tan) mağfiret dileseydi, her halde Allah-ı, tövbeleri çok kabul edici ve çok bağışlayıcı olarak bulurlardı.” (Nisa 64) Yani eğer Peygamber onlar için dua etseydi, Allah günahlarını affederdi. Fakat başka bir ayette sözlerinde samimi olmadıklarını bildiği münafıklar için şöyle buyurmaktadır: “Onların günahlarının affını iste veya isteme! Sen yetmiş defa günahlarının affını istesen, yine Allah günahlarını affetmez.” (Tövbe 80) Bu ayetlerden de anlaşılıyor ki; Peygamber de dâhil olmak üzere, bütün Müslümanlar başka Müslümanlar için dua etmekte serbesttirler. Fakat mutlaka kabul olacağını kimse taahhüt edemez. Bu Allah’a aittir. Allah isterse kabul, isterse reddeder. Nitekim birinci ayette Peygamberin duasının kabul edileceği, ikincisin de ise reddedileceği açıkça ifade edilmiştir. Durum böyleyken Tarikatçılara göre herkes mutlaka şeyhin yanında tövbe etmek zorundadır. Bunun için tarikata girecek kimselere önce tövbe ettirirler. Sanki onlar Allah’ın vekiliymişler gibi böyle başlarlar. Yanlış olan budur, şeyhler Allah ile kul arasında aracı olamazlar.