Geçtiğimiz günlerde editörlüğünü yaptığım “Söz Şehri” isimli dergimizin toplantısını gerçekleştirdik. Öncelikle bu güzel şehrin Şehr-i Emini Sayın Sami Aydın’a çalışmalarımıza verdiği destekten dolayı şükranlarımı sunuyorum. Yine “Sivaslı bayanların rahatça içlerini dökebileceği, duygularını ifade edebileceği bir dergi çıkarmalıyız” diyen ve her zaman arkamızda duran, bu derginin çıkmasına vesile olan Onursal Başkanımız Yurdagül Aydın Hanımefendi’ye, olgun kişiliğiyle moral kaynağımız olan Başkanımız Emine Birnur Karaca’ya, her ihtiyaç duyduğumuzda yanımızda yer alan Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Ahmet Dağüstü’ne ve özellikle derginin yükünü çeken Genel Yayın Yönetmenimiz Müzeyyen Kekeçoğlu’na sonsuz teşekkürler. Yoğun gündemine rağmen bize vakit ayıran, aradığımız ilk günden beri engin bilgileri ve en önemlisi de hoşgörüsüyle bizi her zaman motive eden, Sivasımızın ablası Müjgan Üçer’e hasleten teşekkürü bir borç biliyorum. Dergimizi yazılarıyla taçlandıran çok kıymetli yazarlarımıza sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
Bu toplantımızda, Sivas’ın üzerine kara bir leke gibi yapışan “93 olayları”nın kötü imajını nasıl silebilirizi konuştuk, yazarlarımızla beyin fırtınası yaptık. Bize ait olmayan, gerek senaristlerinin, gerekse oyuncularının yabancı olduğu, fakat cezayı çekenlerin Sivas ve Sivaslıların olduğu “2 Temmuz”un negatif algılarını, doğru olgularla nasıl değiştirebilirizi ele aldık.
Elbette herkesin söyleyecek çok sözü vardı. Zira toplantıya katılanların bir çoğu bu olayı bizzat yaşamış ve şahit olmuşlardı. Ortak kanaat şuydu ki; bu olayda Sivaslıların hiçbir dahli yoktu ve olay planlanmış karanlık bir senaryoydu.
Oysa ki Sivas, Selçukluya bir dönem başkentlik yapmış, Osmanlı döneminde de önemli yere sahip büyük bir eyalat. Pir Sultan Abdalları, Aşık Veyselleri, İhramcızade İsmail Hakkı Toprakları bağrında büyütmüş kadim bir şehir. Unesco’nun kültür mirası olarak kabul ettiği Divriği Ulu Camisiyle, Gökmedrese, Buruciye, Şifahiye medreseleriyle bir tarih şehri. Sıcak, Soğuk ve Balıklı Çermikleriyle doğal şifa kaynağı. Değişik kültürlere sahip göçmenlere kucağını açmış, onlara ensarlık yapmış bir kent.
Sivas halkının ne kadar hoşgörülü, misafirperver olduğunun son örneğini geçtiğimiz Pazar Rizespor’la Sivas Belediyespor arasında gerçekleşen Ziraat Türkiye Kupası maçında bir daha görmüş olduk. Futbolu çok sevmeyen biri de olsam bu konuya duyarsız kalamadım. Takımımıza yapılan haksızlığa değinmeden geçmek istemedim. Alenen verilmeyen 3 penaltıya rağmen sporcularımız ne hakeme, ne de kendisini boks maçında zanneden Rizesporlu futbolculara karşı taşkınlıkta bulunmadılar. Zaten Sivas seyirci yüzünden en az ceza alan, en centilmen şehir. Yapılan onca haksız ve yanlış karara rağmen hemşehrililerimiz sükunetini bozmadı.
Bu maçta sergilediğimiz tutum bile “Sivaslıyım” denildiğinde “yananlardan mısın, yakanlardan mısın” ithafının ne kadar haksız olduğunu gösteriyor. Şehirlerin cinsiyeti yoktur. Cinsiyeti olsaydı Sivas için ya “beyefendi” ya da “hanımefendi” ünvanı verilirdi heralde. Bu topraklarda yazılan Pir Sultan Abdal’ın sözleri ne de güzel anlatır bizi. Dua ile...
Bin cefalar etsen almam üstüme,
Gayet şirin geldi dillerin dostum.
Varıp yad ellere meyil verirsen,
Kış ola bağlana yolların dostum.
İlâhi onmaya yardan ayıran,
Bahçede bülbüller ötüyor uyan.
Kula gölge olsa Allah’a ayan,
Senden ayrılalı gülmedim dostum.
Pir Sultan Abdal'ım, gülüm dermişler,
Bu şirin canıma nasıl kıymışlar?
İster isem dünya malın vermişler,
Sensiz dünya malın n'eylerim dostum?