?>

Hoca / Öğreten, Zekâ ve Öğrenen Alâkası

9 yıl önce

Fiziki gelişimini tamamlamış her insan beyninde, eşit ve yaklaşık olarak 100 milyar olduğu tahmin edilen sayıda, sinir sistemimizin temel ve kendine has faaliyetlerini yürüten ve nöron ismi verilen sinir hücreleri vardır. Bu nöronlar bilgi aktarma faaliyetini gerçekleştirirler. Her bir nöron/sinir hücresi 50.000-250.000 kadar başka nöronla bağlantılıdır. Beyindeki nöron alışverişleri bu bağlantılardan faydalanarak öğrenme ve idrak/algı için gereken vazifeleri yerine getirirler. Görme, işitme, dokunma, koklama, tatma ve hissetmelerimizle başlayan, kimini kısa süreli işimize yarayacağından ötürü kısa süreli hafızamıza alarak kullandıktan sonra unuttuğumuz; kimini ise, uzun süre veya ileriki yaşantılarımızda işimize yaracağını düşünerek ve kabul ederek, uzun süreli hafızamızda arşivlediğimiz bilgi ve algı üretimi süreçlerinde, en faal organımız beynimizdir. Beynimizin bu hayatî faaliyetleri, normal şartlarda son nefesimizi verene kadar devam eder. Ama bu faaliyetler, her insanda aynı derecede, sayıda, kalitede ve yoğunlukta gerçekleşmez. Düşünme faaliyetlerimiz esnasında, aynı anda, faydasız ve birden fazla bilgi ve algı ile meşgul olmanın verebileceği zararları mutlaka dikkate alarak; birbirine karıştırmayı ve bu sebeple yanlış hatırlamayı yok edecek şekilde disipline ederek ve buna uygun metod ve teknikler kullanarak; bilgi ve algı üretiminin artırılması, zekâmızı geliştirir, beynimizi besler ve ömrünü uzatır. Bu doğrultuda, en geç yaşlanan organımız beynimizdir. İnsanlık tarihinde ismi geçen meşhur âlimler, mütefekkirler, filozoflar, kâşifler, sanatkârlar, liderler ve devlet adamlarının en parlak ve en başarılı dönemleri, ekseriyetle ileriki yaşlarına tekabül eder ve bu gerçeği teyit eder. Fakat çok uyuyanlar, az tefekkür edenler, az öğrenenler, faydasız meşgûliyetlerle iştigal edenler (cep telefonu, internet, oyun, oynaş ve benzeri zararlı meşgûliyetler) ve tembeller için maalesef aynı şeyler söylenemez. İşte bu sebeplerle olsa gerek, Kanada’da Montreal Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, insanoğlunun zekâ seviyesinde son 50 yılda dünya genelinde 1 puan düşüş olduğu tesbit edilmiş. Ne güzel söylemiş, merhum Arif Nihat Asya: Yürü, hâlâ ne diye oyunda oynaştasın? Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.!     Fizikî mânâda da, beynimizin en önemli gıdalarından ilk ikisi glikoz ve oksijendir. Bunların mutlaka yeteri kadar alınması icâbeder. Bu gıdaların alınmasında ve kullanılmasında vücudumuzun diğer organlarının da tabiî ki önemli rolleri vardır. Bu sebeplerle de vücudumuza zarar veren sigara, alkol, uyuşturucu gibi zararlılardan da uzak durmak; temiz ve uygun havada yürüyüş yapmak, dengeli beslenmek gerekir. Yâni kısacası, “Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.” atasözü, önemli bir gayeye matuftur. Sağlığımız, en kıymetli hazinelerimizdendir. Öğretenler deyince ilk aklımıza gelenlerin başında evvela, anne ve babalarımız ve de hocalarımız yer alır. Öğretenlerin, maddî ve manevî düşünme ve tatbik etme alışkanlıklarını ve yaşantılarını, yukarıda sıralamaya çalıştığım bilgiler doğrultusunda düzenleyerek, nöronlarını azami ölçüde kullanmaya çalışarak, öğrenme ve düşünme/tefekkür faaliyetlerini artırarak, hem kendi zekâlarını mütemadiyen geliştirmeleri ve hem de bu kazanımlarını kullanarak öğrenenlerin zekâlarını geliştirmeleri, en insanî ve en aslî görevlerindendir. Bu görev yerine getirilirken: Talebeleri/öğrenicileri yakînen tanımaya; Onlara sevgisini belli etmeye ve kıymet vermeye; Onlara karşı yumuşak olmaya; Bilemeyene sabırlı olmaya; Yersiz ve faydasız şaka ve mizahı ve boş konuşmayı terk etmeye; Tekrar tekrar sual soranı azarlamamaya; Sual soranla, sırf himmetle(manevî yardım, ihsan, lütuf, koruma) meşgul olmaya; Suali iyice anlayıp, sonra cevabını söylemeye; Onların bu anlamda birtakım eziyetlerine katlanmaya; Hâlim(sâkin tabiatlı) ve selim(temiz ve samimi) olmaya; Vakarlı(ağır başlı, ciddi, temkinli) olmaya; Zekâsı kuvvetli olmayanı güzel yolla irşad(Hak yolu, doğru yolu gösterme) etmeye; Hücceti(onların ispat eden delillerini)  kabul etmeye; Hakk’a yönelerek ve bağlanarak ilerlemeye; Talebeyi zararlı bilimden korumaya; Onlara/kabiliyetlerine en uygun alanlarda ders almalarına, terbiye edilmelerine; Hak ettikleri mükafatlandırmayı hiç ihmal etmemeye; Faydalı ilmi, Allahü Teala’dan başkası için, insanlara zarar vermek için öğrenmekten, onları uzaklaştırmaya ve korkutmaya, Özen gösterilmeli ve dikkat edilmelidir. Bu anlamda, çocuklarımız ve gençlerimiz için, onların ve dolayısıyla bizim geleceğimiz için; tekrar ediyorum. Babalar ve anneler hiç vakit kaybetmeden, hemen yarıyıl/şubat tatilinin bitiminde, çocuklarımızla birlikte, okullara/mekteplere gidiyoruz; kıymetli okul idarecilerinden, seçmeli derslerle ilgili bilgi ve form dilekçeleri alıyoruz ve çocuklarımız için en uygun olan dersleri çocuklarımızla birlikte tercih ediyoruz, dolduruyoruz. Müracaat süresinin çok kısa olduğunu da unutmuyoruz. Bu seçmeli dersler arasında, “Kuran-ı Kerim”, “Hz. Muhammed'in Hayatı”, “Temel Dini Bilgiler”, gibi dersler de vardır. Hemen hemen hiçbir işimiz, bundan daha önemli olamaz. Böylesine önemli bir konuda erinmek, üşenmek ve ertelemek aklı başında insan davranışı değildir. Çünkü bu tercihlerimiz, okulda en az 10 ve daha fazla öğrenci sayısına ulaşılmasını ve ancak bu şartla, tercih ettiğimiz dersin haftada zaten yaklaşık bir iki ders saati kadar çocuklarımıza verilmesini sağlayacak ve ayrıca, bize bunca hizmeti sunan Hükûmetimizin Millî Eğitim Bakanlığının, öğretmen istihdamı ve ders kitabı basımı ile ilgili çalışmalarını da, sayıca daha isabetli, daha kaliteli ve daha kolay kılacaktır. Bu tercihlerimiz, adı üzerinde “seçmeli ders” tercihidir, temel dersleri etkilemeyecektir. Çocuklarımızın tahsil başarısına zarar vermeyecek, aksine daha da mükemmel bir insan olmaları için katkı sağlayacaktır. Kendi üzerine düşen vazifeyi yerine getirmeyip de, “gidişat kötü, ahlâksızlık artıyor” gibi insicamsız/tutarsız konuşmalar veya sohbetler yapan insanın, gayesi nedir?    Dünyanın neresinde olursanız olun, her anne ve babanın, hayattan en mühim beklentileri ve arzularından biri de; çocuklarının, her bakımdan sağlıklı ve “Güzel Ahlâklı Adam” olarak yetişmeleri değil midir?

YAZARIN DİĞER YAZILARI