Yunan efsanesine göre Girit'ten muzaffer olarak dönen anlı şanlı yiğit Theseus ' un gemisi Atina'da hatıra olarak uzun süre muhafaza edilir. Zamanla geminin tahtaları çürümeye başlar. Bu durumda çürüyen tahtalar yenileri ile değiştirilir. Öyle ki bir süre sonra değiştirilmedik hiçbir parça kalmaz gemide. Bu durum Atina'lılar arasında bir tartışmaya sebep olur. Gemi artık Theseus' un gemisi olmaktan çıkmış mıdır? Ya da ne kadarı Theseus'un Gemisi olarak kalmıştır?
Staphane Ferret de benzer bir örnek sunar. Diyelim ki iki gemimiz var. İkisi de eşit boyutlarda fakat biri kırmızı diğeri mavi yapılmış. Gemiciler bir nedenle kırmızı geminin parçalarını söküp mavi gemiye ;mavi geminin parçalarını kırmızı gemiye yerleştiriyor olsunlar .1000 tahtadan; mavi gemiden kırmızı gemiye 497 parça ;kırmızı gemiden 503 parça yerleştirildiğini varsayarsak acaba kaçıncı tahtadan sonra değişimin başladığını düşünebiliriz .Ya da artık kırmızı gemiye 'kırmızı gemi' diyebillir miyiz ? Maviye 'mavi gemi 'olmaktan çıktı mı demeliyiz ?
Bütün bunları neden yazıyorum? Amacım felsefe de yıllarca tartışılmış bu paradoksu çözümlemek değil elbette .Bu problemlerden yola çıkarak bir kimlik sorgulaması yapmak .Acaba asırlardır hem dış mihrakların, hem içimizde ki hainlerin, hem misyoner çalışmaların ,televizyonda dizilerin ,sosyal medyanın vb. üzerimizde ki etkisi ne oldu?(Ne kadar tahtamız değişti de biz, biz olmaktan uzaklaştık ) kendi kitabımız Kurandan uzaklaşmamız, kültürümüzden uzaklaşmamız .'Müslüman Kimliğimizde' ne kadar deformasyona sebep oldu? Sorum budur?
Ne zaman bizleri; Cemil Meriç'in ifadesiyle ' tek ırk, tek kalp ,tek insan' haline getiren Kuran'ı unutup kendi cemaatlerimizin, kendi şeyhlerimizin ,kendi ırklarımızın daha üstün olduğuna ve sadece kendimizin ,kendi cemaatimizin, kendi tarikatımızın cennete gideceğine; kalanların 'cehenneme zumera ' olacağına inandık.
Ne zaman, şizofrence , birbirimize olan nefretimizi artırıp, birbirimize düşman kesildik.
Ne zaman ' Müminler ancak kardeştir , Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin' ayetine muhalefet edercesine, her hangi bir sebeple arası açılan kardeşlerin problemlerine, odun taşımaya başladık.
Ne zaman 'VEFA 'sadece bir semt ismi olarak hatırlanmaya başladı.
Ne zaman birbirimizin yüzüne can-ciğer bir dost gibi gülüp, arkasını döner dönmez kuyusunu kazacak kadar, değme oyunculara taş çıkartacak , tiyatral bir yeteneğe sahip olduk.
Ne zaman 'birbirinizin kusurunu araştırmayın 'diye emir buyuran Rabbimize karşı ,en küçük hatayı ,en küçük sözü acımasızca büyütüp herkese teşhir eder olduk .Adeta avını bekleyen avcı gibi kusur işlese de amirlerime ,komşularıma vs. duyursam diyen birbirini dört gözle takip eden insanlar olduk.
Ne zaman; Kuran 'da 'gıybet etmek ölü kardeşinizin etini yemek kadar tiksinti vericidir. 'Buyurulmasına rağmen bize tatlı gelmeye başladı. Hiç çekinmeden, utanmadan , sıkılmadan dedikodu-gıybet-iftira yapar olduk .'Vicdan' 'yürek işi' olmaktan çıkıp sadece hiç devreye girmeyen bir mekanizma ne zaman oldu ?
Ne zaman? Ne zaman? Ne zaman?....
Necip Fazıl Üstat yetiş imdada ;
Akıl olmazların zoru içinde.
Üst üste sorular soru içinde.
Düşün mü? Konuş mu ? Sus mu? Unut mu?