"Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır. Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır" (Sezai Karakoç- Sürgün ülkeden başkentler başkentine) Üstad Sezai Karakoç'un değimine göre yenilgiler zaferlerin ön adımlarıdır, her zaman öncü olmuştur. Yenilen insan çoğu kez hırs yapar. Yenilgi, olumsuzluğu, geride kalmışlığı, kaybetmişliği imler. Üzüntü, sancı, kaygı gibi olumsuz duyuları beraberinde taşır. İnsan hezeyanının inkişaf halidir yaşanan. Yazımdaki amaç yenilgiyi, kaybı övmek değil kesinlikle. Yenmek ve yenilmek eylemleri ip çekme yarışması gibi yarışsal bir sonuç değildir sadece. Yanlışa giden yoldan ziyade başarmaya giden yolları, istikameti gösterir. Yanlış yoldan giden bir insan eğer yanlışını görür ise doğru yolu bulma olasılığını artırmış demektir. Bazı yenilgiler "Bir musibet bin nasihatten daha iyidir" türünden dersler de taşır. Gerileme ve durağan halleri tercüme edip "kendine gel" sarsıntısını yapar ve silkeler muhatabını. Denenmişlik ve tecrübeyi de beraberinde taşır. Her yenilgi ve her engel, başarmayı fişekleyecek ve yaşam koşullarını daha da iyileştirecek büyük bir fırsattır değerlendirebilenlere. Amiyane tabirle "Tecrübe, yenilen kazıkların bileşkesidir" anlayışı bu anlamda önemli bir tespittir. Yenilgiyi benimsemek ve uzun süreli kabullenmek çoğu zaman daha çok negatiflik ve olumsuzluk pompalar. Biz Müslüman âleminin yaşadıklarını bu noktada değerlendirmek gerekir. En basit haliyle haç ve umre organizasyonlarında dahi para, dolar veya euro olarak toplanması biz Müslümanların ekonomik anlamda yenilgiyi baştan kabullenmiş görüntüsü vermemize neden oluyor. Bunun gibi müstemleke bakış açılarını terk edip enerjimizin, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin farkına varmamız gerekiyor. Birbuçuk milyar olan dünya Müslüman nüfusunun gücüne inanmamızın zamanı gelmedi mi? Atalarımızın değimiyle "pekmezin olsun yeter ki sineği ta Bağdat'tan gelir" sözündeki gibi her daim beklentiyi ve özgüveni taşıma vaktidir diye düşünüyorum. Yenmek, başarı kazanmak çoğu kez rehavet getirir insana. Sarhoşluk verir. Yarışmak ve kazanmak ahlaki, insani, vicdani, adalet çerçevesinde olursa çok kıymetlidir. Yoksa kazanılan zafer zulüm getirir, hayır getirmez. Dünya ve ahiret dengesini kuramayanlar için istikamet daha çok yaşanılan dünya boyutuyla tek taraflı kalmaktadır. Bu da dengeleri kökten sarsmaktadır. Ölüm gerçeğini, sorgu sual gerçeğini göz ardı ederek yaşayan insan her yolu mubah görmekte ve bu felsefede hareket etmektedir. Zulümden taraf olmayan insan ise zulme karşı koyabilecek güçte olmalıdır. Egemen güçlerin bakış açısına göre dünya üzerinde ki sorunların sorumlusu Müslüman âlemi gösterilirken neden hep Müslümanlar zulüm görüyor? Neden ölümleri genelde Müslümanlar yaşıyor? Tüm bu sorulara kafa yormamız ve nedenlerini sorgulamamız kaçınılmaz artık. Dünya insanının, başkasının musibetin de eleştiren, kendi savaşında aslan, başkasının kavgasında sus pus kesilen yaklaşımından kurtulması gerekiyor. Hümanist ve hüznü-zan anlayışları bu anlamda daha çok kıymetli, evla olduğunu görmeliyiz. Bütün insanlar, acılarını bir havuzda toplayıp ortak üzülme birlikteliğini sağlayamadıkları müddetçe insanlığın ne yarası diner ne de yaraları kabuk bağlar. Yaşadığımız şu ölümlü dünyada kim neyi kazanıyor kim neyi kaybediyor belli değil. Egemen güçler hep kazanıyor gibi gözükseler de, kayıpları da öyle çok ki. Rehavetten sıyrılmış tembelliğini üzerinden atmış Müslümanların kendine has bakir hasletleri, seküler dünyanın gelişmişliği yanında yeni bin yıla hazırlayıp tekâmülünü sağlayacak çok önemli bir avantajdır. Çok çalışarak, sabır ve tevekkül halinde hakkın ve adaletin yanında olmamız, dünya üzerindeki birçok sorunun çözümünde anahtar rolünü bize verecektir. Yenilgi içerisinde olan insan yeter ki bu yenilgiden gerekli derslerini çıkarsın. Yeter ki insanın içinde o ruh olsun. O kararlılıkta olan insan yalın ayaklarıyla bile büyük medeniyetini kurmak için yola koyulur ve büyük medeniyetini inşa eder. Sağlıcakla kalınız.