?>

Gafletli Şuur

Alper Duran

5 yıl önce

Sadi Şirazi derki: ?İki şey ruhu karartır. Konuşmak gerekirken susmak, susmak gerekirken konuşmak.? Milletleri içten kemiren en büyük felaket şuursuzluktur. Bundan daha kötü olan ise, içinde bulunduğu şeraitin farkında olunmamasıdır. Nasıl ki bireylerin ruhu varsa, toplumlarında ruhu vardır. İşte bu durumda toplumun ruh hissiyatının zenginliğine göre istikbal yolu çizilir. Yol başkasının, vasıta başkasının ve pusula başkasının ise vuslat asla bizim olamaz. İstikbal ise hülyalarda kalır. Bu nedenle kim olduğumuzu, nerede oturduğumuzu ve hangi yöne gittiğimizi hakkıyla bilmek gerekir. Dünya tarihi bizlere şunu göstermiştir ki, milletlerin felahı ilim adalet ve hakikat üzerinedir. Bunları fehmetmek ise, ancak şuur ile mümkündür.  Şuur ise hakkıyla bilmek veya bilmemektir. Başka bir deyişle bildiğini ve bilmediğini hakkıyla bilmektir. Anadolu tabiriyle delikanlıca davranmaktır. Yenilerin tabiriyle ise ?mış? gibi yapmamaktır. Yine Sadi Şirazi der ki: ?Değer verin veya vermeyin, ama verir gibi yapmayın?. İşte bu söz, şuurlu bir duruşun şerhi ve tanımı açısından oldukça önemli bir tespittir. Bilinç ise yapılan ve yapılmayan her işin, söylenen veya yutulan her sözün tanımını yapabilmek ve hesabını verebilmektir. Ancak gel gör ki, İslam dünyası ve dahi insanlığın ekseriyeti uyanıklık uykusuna dalmış durumdadır. Dünya bir takım çetelerin ve o çeteleri yöneten eşkıya başlarının elinde inim inim inlerken; kimi millet iç savaşlarla, kimileri siyasi kargaşayla, kimi de ekonomik saiklerle her gün şiddetli sarsıntılara mahkûm edilmektedir. İşte bizim için asıl hareket, asıl isyan, asıl gayret, asıl uyanış ve asıl münevverlik burada ortaya çıkmaktadır. Müstekbirlere karşı mustaz´af mı olacağız, yoksa yeni bir yolun neferleri gibi, bendimizi aşarak şualarla karanlıkları aydınlığa mı taşıyacağız? Değerimiz bu tercihte gizlidir.  Uyanıklık uykusu bir şuur körlüğüdür. Alamut Kalesi´nde Hasan Sabbah´ın tanrı, anlattıklarının hakikat ve gösterdiklerinin de cennet olduğuna inanmaktır. Yokluğun dibinde varlık nutukları atmaktır. Misafirlikte ev sahibi, züğürtlükte ise ağa gibi davranmaktır.  Yani modern gafletin bataklığına gömülüp dörtnala gittiğini zannetmektir. Yapılan işleri enine boyuna planlamadan, gündelik akımlara ve eğilimlere göre yürümektir. Yürütülen her faaliyetin sezgisel anlayış dışında, alelade bir bakış açısıyla icra edildiği bu sarhoşluk hali, labirentte özgürce yürüdüğünü zanneden kişinin durumu gibidir.  Ancak labirenti kurgulayan ve kimin hangi yollardan geçip, hangi sonuca ulaşacağını bilen birileri bulunmaktadır. İşte asıl mesele bu kurgucuları sezip, gönüllü köleliğin zincirlerini kırarak özgürlük semalarına şuur oklarını fırlatabilmektir. Bakınız bugün âlem-i İslam bilmediklerinden değil, bildiklerinden korkmaktadır. İnsanın bilmediğinden korkması doğru mudur meselesi, ayrı bir bab da ele alınması gereken bir husus olmakla birlikte; bilinen ve inanılana karşı ürkeklik, çekimserlik ve tembellik gösterilmesi, şayan-ı hayret içinde açıklanamayan çıkmaz bir sokak gibidir. Dini emirlerin yaşanılması ve uygulanması noktasında, modern dünyanın işleyişine muhalefet edecek konularla karşı karşıya gelindiğinde, takınılan zayıf tavırları hep birlikte görmekteyiz. Lafların dolambaçlı hale geldiği, bilimsel görünümlü cümlelerin kurulduğu, ahkâm ve hikmetin nazarında sipere yatılarak eğilip bükülerek falso verildiğine şahit olmaktayız. İnsan bildiğini haykırması gerekirken, muvakkat sebeplerle susuyorsa veya dik duruş sergileyemiyorsa; gizlediğinin köleliğini yapıyor demektir. Yani ne yaptığını biliyor olmasına rağmen gafletli bir şuur içerisindedir.  Her kim doğruları bildiği halde dünyevi beklentiler dolayısıyla, gönül okşayan lafazanlıklara girerse; bedbahtlık ordusunun gafil bölüğünde iblise hizmet eder. Hâlbuki idrak denilen mefhum, sırlar kapısının anahtarıdır. Gaflet kış ise, şuur bahardır. Tabi burada inandığımız gibi mi yaşıyoruz, yoksa inandırıldığımız gibi mi hayat sürüyoruz meselesi karşımıza çıkmaktadır. Vahametin; müdafaa ettiğimiz değerlere dönüşmesi, büyülü bir masal ülkesinin şişirilmiş kahramanı olmaya benzer. Her an çalım yediğimiz düzeneklerin içinde öğütüldükçe, başkalarının fırınında yanmaya ve başkalarının ağzında çiğnenmeye mahkûmuz demektir. Bugün bize düşen en mühim vazife, evimize bir litre su götürüyoruz diye, başkalarının değirmenine tonlarca su taşıdığımızın farkına varmaktır. Bir cümlenin öğeleri içerisindeki çekim ekleri konumundan, o tümcenin öznesi, nesnesi ve yüklemi haline gelip, asıl manayı ihtiva etmektir. Yoksa bizler, gerçekler içinde olduğumuzu zannederken, başkaları gerçeğin gerçek yüzünden bizlere gerçeklik oyunu oynamaya devam eder.
YAZARIN DİĞER YAZILARI