Gazze: Sessiz Çığlıkların Şehri; Kazanan Kim Kaybeden Kim?
Prof. Dr. Vehbi ÜNAL
10 saat önce
Her bir çatışma, her bir gözyaşı, Gazze’nin topraklarında yankılanan bir feryattır; bu feryat, insanlığın utancını haykırmaktadır. Gazze, sadece bir coğrafya değil, insanlığın vicdanında açılan derin yaraların adıdır; burada savaşın acımasız yüzü, masumiyetin kayboluşuyla birleşir.
Gazze, yalnızca bir toprak parçası değil, aynı zamanda insanlığın vicdanında derin yaralar açan bir acının adıdır. Acı ve gözyaşlarının yankı bulmadığı, paranın, silahın ve gücün şeytanlaştığı bir cehennemdir. Gücü Tanrılaştıran modern toplum, çocukların feryadına o kadar sağır kalmıştır ki, masumların feryadı, gürültü içinde kaybolup gitmektedir.
Siyonizm’i anlamadan Gazze'yi anlamak, dolayısıyla dünyayı anlamak mümkün değildir. Bir yazarın dediği gibi, “Gazze dışında her yer, aslında işgal altındadır.” Gazze, ABD, İsrail ve emperyalist çetelerin, daha anne babasını tanımayan masum yavrulara yaptığı zulmün sahnelendiği bir arenadır. Bu topraklar, kelimelerin ve cümlelerin bittiği, acıların hançerelerimizde düğümlendiği bir yerdir. İnsan olmanın utancını en derinlerde hissettiğimiz, insanlığın yüzüne çarpılan bir aynadır.
Gazze, bebeklerin kefensiz toprağa verildiği, enkazlarına altında kaç canın daha kaybolduğunun bilinmediği bir trajedinin adıdır. Her bir yıkıntı, yüzlerce yaşamın sona erdiği ve umutların acımasızca söndüğü birer sessiz tanıktır
Gazze, sarsılmaz inancı ve vakur duruşuyla, dünyanın dört bir yanında hiçbir şey anlatmadan ve söylemeden verilen bir mesajdır. Bu mesaj, insanlığın onurunu koruma mücadelesidir. Gazze, barbar batının paramparça ettiği çocuk gövdelerinin üzerinden yükselen bir isyanın adıdır; üstünlüğe ve efendiliğe karşı, en derin acılardan doğan bir direnişin simgesidir.
Gazze, vatanını, namusunu, şerefini ve onurunu savunanların cesur duruşuyla, bu mücadeleye kayıtsız kalanların sessizliğinin çarpıcı bir sahnesidir. Vatikan'ın derin sessizliği, demokrasi ve insan hakları savunucusu kesilen batılı devletlerin kayıtsızlığı, belki de en acı olanı, Müslüman liderlerin ve halklarının duyarsızlığıdır. Bu suskunluk, Gazze’de yaşanan dramın en derin yarasını açmaktadır.
Bir yanda tıka basa yiyen ve gözü doymayan bir insan grubu, diğer yanda açlıktan kıvranan, ölümle burun buruna gelmiş masum yavrular… Bir tarafta konforundan, rahatından asla taviz vermeyen çocuklarımız, diğer tarafta bir lokma yiyecek bulabilmek için saatlerce bekleyen, elinde bakraçla çaresizce bakan çocuklar… Yavrusunu sarıp sarmalamak için bir bez parçası bulamayan, donarak yavrusunun ölümünü seyrettiği anneler, diğer tarafta dolapları tıka basa dolu olan, yarına ne giyeceğini şaşırmış insanlar… Bu çarpıcı zıtlık, Gazze'deki acının ve adaletsizliğin derinliğini gözler önüne sererken, insanlığın vicdanını sorgulamamıza neden olmaktadır.
Kazanan ve kaybedenlere gelince, savaşın ekonomik, askeri ve siyasi yönlerini bir kenara bırakıp, çatışmaların en acı ve çarpıcı yönüne baktığımızda, bu savaşta hiçbir suçu olmayan 50 bine (bu bir rakam değil, birer hayat) yakın insanın hayatını kaybettiğini görüyoruz. Korkunç katliamlar, gözlerimizi yaşartacak boyutlara ulaştı. 98,500 yaralı çocuk… Bu rakam, sayılardan ibaret değil; her biri bir yaşamın, bir umudun, bir geleceğin kayboluşunu simgeliyor. Ailelerin parçalanması, toplumda derin bir travmanın izlerini bırakırken, korku, güvensizlik ve umutsuzluk duygusu her köşeyi sarıp sarmalamaktadır.
Çocukların eğitimden mahrum kalması, okulların tahrip olması, sadece bireylerin değil, bir neslin geleceğini karartmaktadır. Bu yaralar, toplumun kalbinde açılan derin yaralar olarak kalacak ve bu acı, gelecek kuşakların ruhunda iz bırakacaktır.
Modern insanın gözünde eski toplumların değerleri belki küçümseniyor, ama o toplumların bile kutsal mekânlara — camilere, kiliselere, hastanelere ve okullara — saygı gösterdiğini unutmamak gerek. Bugün, insanlık tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşarken, ne yazık ki günümüz insanlarının vahşileşmesiyle, hiçbir kutsalı tanımadığını acı bir şekilde izliyoruz. Bu, sadece bir kayıptan ibaret değil; bir toplumun ruhunun, insanlığın özünün yok oluşunu da simgeliyor. Kutsal olan her şey, savaşın ve şiddetin pençesinde, gözlerimizin önünde parçalanıyor. Bir zamanlar umut, barış ve eğitim sunan bu mekânlar, şimdi yıkıntılar içinde kalmış birer anı olarak duruyor.
Savaş suçlularına destek veren ülkelerin yaptırım kararları, hukukun nasıl ayaklar altına alındığını acı bir şekilde gözler önüne seriyor. Şimdi soruyorum.
Batı, insanlığın gözü önünde bütün değerlerin katledildiği bu vahşet sonrasında, gerçekten evrensel bir ahlaktan bahsedebilir mi? İnsan Hakları Beyannamesi, hâlâ bir değer ve anlam taşıyabilir mi?
Batılı efendiler, dünyanın “ilkel” bölgelerine insan hakları ve demokrasi ihraç etmekten bahsederken, kendi ikiyüzlülüklerini sorgulayacaklar mı? Afrika ülkelerinin gösterdiği cesareti, Müslüman ülkelerin gösterememesi, acaba kendi varlıklarından bir utanç mı doğuracak?
Suskunluğun ateşi kimi nasıl yakar, bilemem; fakat bazen en derin acılar, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar yoğundur. Şimdi, soruyorum: Bu savaşın kazananı kim? Kaybedeni kim? Her bir kaybedilen hayat, birer umut ışığının sönüşü değil mi? Her bir yıkım, insanlığın ruhunda açılan derin yaralar değil mi?
Bu soruların yanıtları, yalnızca savaşın değil, insanlığın da en karanlık yüzünü ortaya koyuyor. Acı, gözyaşı ve kayıplarla dolu bir dünyada, kazananın kim olduğunu bilmek, belki de en büyük kaybımızdır.