?>
GÜNEYDOĞU YOLCULUĞU
Seyahat etmek, insanın hem ruhunu hem de zihnini besleyen benzersiz bir deneyimdir. Yapılan her yeni yolculuk, insana farklı kapılar açar, yeni bakış açıları kazandırır. Bulunduğun coğrafya ile gezdiğin yerlerin coğrafyaları hakkında mukayese yapmak, ziyaret ettiğin beldelerin tarihi ve kültürel dokusuna dokunmak, geçmişle bugünün nasıl iç içe geçtiğini görmek, seyahat edenin dünyaya olan bakışını derinleştirir. Birde doğada, doğayla iç içe olmak, kendi adıma bambaşka bir huzur verir bana.
Geçen hafta Adana Teknofest ziyareti sonrası, eşimle çıktığım yolculuğa memlekete hemen geri dönmeyelim, deprem bölgelerini görelim, öyle dönelim diye karar verdik. İlk durağımız Hatay oldu. Hatay’a deprem sonrası benim ikinci gelişim eşim ise ilk defa geliyordu. Deprem öncesi birçok kez ziyaret ettiğimiz Antakya’ya indiğimizde adeta bir şok yaşadık. Her taraf inşaat halinde, yollar toz ve pislik içindeydi. Şehrin bu hali bizi derinden etkiledi; bir zamanlar çok canlı olan bu şehir neredeyse ölü şehir haline gelmişti. Özellikle tarihi Habibi Neccar Cami ve etrafında ki tarihi yapılar neredeyse tamamen yıkılmış, aslına uygun şekilde yeniden yapılmaya çalışılıyordu. Harabelerden yeniden bir şehri canlandırma çabalarına şahitlik ettik. Hatay'da geçirdiğimiz vakit boyunca, sadece yıkımı değil, aynı zamanda herkesin yeniden ayakta durma mücadelesini de hissettik. Bir gece konaklamayı planladığımız Hatay’ı bu halde görünce, kalmaktan vazgeçtik ve şehirden ayrıldık. Kırıkhan tarafından Kahramanmaraş’a yolculuğumuz devam ederken, gördüklerimiz içimizi yaktı. Rota değişikliği teklifinde bulundum ve kırk yıl önce askerlik yaptığım Şırnak’a kadar gidelim dedim ve rotamızı Kilis’e çevirdik.
Yatsı vakti Kilis’e vardık. Öğretmenevini aradık, yerinde yeller esiyordu, yıkılmış, park yeri yapmışlar, arabamızı oraya park ettik. Namaz kılacak bir yer ararken, tarihi bir binaya girdik fakat güvenlik görevlisi burasının bir kütüphane olduğunu söyledi. Sağ olsun, bize namaz kılacağımız bir alan hazırladı. Sonrasında yemek yiyebileceğimiz bir yeri tarif etti. Tarihi bir konağı yemek evine çeviren genç bir işletmeci, lezzetli yemekler sundu ve gece için bir konaklama yeri ayarladı. Kilis 7 Aralık Üniversitesi Uygulama Oteli’nde yer bulduk ve geceyi orada geçirdik.
Ertesi sabah, kahvaltının ardından hedefimiz Mardin idi. Urfa’ya uğramadan direkt Mardin’e gitmeye karar verdik. Ancak Viranşehir’e varmadan “Eyüpnebi (16 km)” tabelası dikkatimizi çekti ve bir mıknatıs gibi bizi oraya çekti. Ara yola girdik, beldeye vardık, yön levhaları yok, rastgele. İlk ziyaret yerine gittik, gittiğimiz yer Hz. Eyyüp Peygamber’in eşi Hz. Rahime’nin türbesi. Peygamber eşini tanıtan taştan bir sütunda onun hayatını ve peygambere olan vefasını yazmışlar. Sabırları sonucu büyük mükâfata kavuşmuşlar. Daha sonra 50 dönümlük arazi içine yapılmış bir külliyeye gittik. Burada büyük bir cami ve müştemilatı, aşevi, geniş oturma yerleri, Hazreti Eyüp Peygamber ve Hazreti Elyasa’nın türbeleri, sabır taşı, şifalı su ve çok geniş alana yayılmış yeşil bir bahçe ve bol miktarda kamelya vardı. Yapılalı iki yıl olmuş, çokta emek verilmiş ama kaderine terk edilmiş. Bir tane görevli yok, tuvaletler bakımsız, su yok. Urfa için, Viranşehir ve belde için son derece önemli bir yer ama sahipsiz.
Akşam olmadan Mardin’e ulaşmak için yola devam ettik. Viranşehir Kızıltepe arası çok yoğundu. Bu yol eski ipek yolu, kırk yıl öncede çok kalabalıktı. Kızıltepe nüfus olarak üç yüz bine yaklaşmış, bağlı olduğu ilin merkez nüfusundan neredeyse iki kat daha fazla. 40 yıl önce kırk binlerde olan nüfus bölgenin verimli toprakları ve iç göç nedeniyle adeta bir patlama yaşamış, Mardin’e iyice yaklaşmış, birleşecek durumda.
Mardin’e akşam vakti ulaştık. Çok tozlu, yolları bozuk ve bakımsız gördüm Mardin’i. Daha önceleri çok geldiğimiz için kısa bir gezinti yetti bize. Sabah erkenden Midyat üzerinden Cizre’ye gitmek için yola çıktık. Midyat’ın nüfusu da çok kalabalık. Tarihi zenginlikleri ve çalışkan insanlarıyla gelişmiş bir ilçe. Kahvaltımızı burada yaptık ve hemen yola çıktık. İdil ilçesini geçip Cizre’ye ulaştık.
Cizre, Şırnak il olmadan önce Mardin’e bağlı bir ilçe idi. Bölgenin en eski ve en güzel tarihi şehirlerindendir. Su robotları ve mekanik parçalarla çalışan başka makineler tasarlamış ve bunları günlük hayata geçirmiş dâhi bir bilim insanı olan El Cezeri burada yaşamış. Hz. Nuh’un türbesi burada, Leyla ile Mecnun benzeri ilahi bir aşk yaşamış olan Mem ile Zin’in türbesi de burada. İçinden Dicle nehri geçen bu beldenin Ulu Cami ve Kırmızı Medresesi görülmeye değen yerler. Dicle kenarında içtiğimiz bir çay sonrası Cizre sokaklarında arabamızla bir tur attıktan sonra Şırnak yoluna düştük.
1984 yılında Siirt ve Eruh üzerinden çok zorlu bir yolculuk sonrasında asker olarak gelmiştim Siirt iline bağlı Şırnak ilçesine. 15 Ağustos 1984 akşamı Eruh ve Şemdinli’de terör örgütü ilk saldırısını yapmıştı. Çok hazırlıksız bir anda baskın yapan teröristler iki askeri şehit etmiş, askeri lojmanlara ve tesislere saldırıda bulunmuş iki ilçede de bir süre propaganda yapmış ve zayiat vermeden geldikleri yere geri gitmişlerdi. Şehitlerin kanı yerde kalmadı, intikamı alındı ama bölgede uzun süre güvenlikten dolayı sıkıntılı yıllar yaşandı. Benim askerliğim çok zor geçti. Çok yoz ve verimsiz bir coğrafyaya bir daha adımımı atmam diyordum ama güçlü devletimiz buralara sıfırdan şehirler yapmış. Cizre Şırnak arası tünellerle yüksek standartla yapılmış duble yolla çok kısalmış ve çok konforlu olmuş. Köye benzeyen Şırnak koca şehir olmuş. Kapalı olan kömür ocaklarının olduğu bölgeye kömüre dayalı koca bir organize sanayi bölgesi yapılmış. Terör yuvası olan Gabar Dağı petrolün çıktığı zengin maden yatakları olmuş. Şırnak’ı tanıyamadım. Çok gelişmiş buldum.
Fazla kalamadık, karanlık çökmeden Siirt’e ulaşmak istiyordum. Yol tekin değildi eskiden. Şırnak Eruh arası maalesef aynı yol, arazi çok bozuk olduğu için çok değişiklik olmamış, burada yola fazla yatırım yapılmamış. Yüz kilometrelik yol neredeyse üç saat sürdü. Trafik yok denecek kadar azdı, tek tük araç denk geldi. Yol boyu birkaç askeri kontrol noktası vardı, birisinde de hemşerimiz denk geldi, kısa bir Sivas muhabbetimiz oldu.
Siirt’e vardığımızda vakit bayağı geçmişti. Siirt’te gece öğretmenevinde kaldık. Siirt Tillo’ya mutlaka uğrayın demişlerdi. İlçe merkezi 16 km. mesafede, çok yakındı. Sabah ilk işimiz buraya gitmek oldu. Hayatımda bu kadar sessiz ve sakin bir belde görmedim, sanki zaman durmuş, dünya tüm gürültüsünü geride bırakmıştı. Tillo, eskiden beri Anadolu'daki din eğitiminde önemli yeri olan medrese kültürünün önde gelen merkezlerinden biriymiş, günümüzde de devam ediyormuş. Doğu illerinde ve Tillo'da doğmuş pek çok İslâm âlimi bu medreselerde yetişmiş. En meşhuru İsmail Fakirullah ve onun talebesi Erzurumlu İbrahim Hakkı'dır. Bu gezide en çok etkilendiğimiz yerlerden birisi de Tillo oldu.
Son durağımız Diyarbakır oldu. Diyarbakır’ın Dicle kenarında On Gözlü Köprü kenarında içtiğimiz çay yorgunluğumuza iyi geldi. Tarihi Ulu Cami ziyareti, Hasan Paşa Hanı civarında inanılmaz insan kalabalığı ve yoğun trafikte kısa bir gezi ve yenilen yemek sonunda seyahatimizi noktaladık. Elazığ, Malatya üzerinden çok sevdiğimiz memleketimiz Sivas’a ulaştık.
Bu seyahatim hem ruhen hem de fiziksel olarak uzun bir yolculuktu, yazarken fazla detaya daldım. Biraz uzun oldu, affola.
YAZARIN DİĞER YAZILARI