?>

GURBETÇİNİN ÖLÜMÜ

Ahmet Hasdemir

2 hafta önce

1960’larda Anadolu’da özellikle Sivas’ta tarımsal üretim hala düşük verimli ve geleneksel yöntemlere dayanıyor, bu yüzden çiftçiler geçim zorluğu yaşıyordu. Rahmetli babaannem; genç yaşta beş çocukla kaldığını, onların evlenip çoluk çocuğa karıştıklarında hiçbir şeyin yetmediğini, iki gözü iki çeşme iki oğlunu nasıl gurbete gönderdiğini, nasıl acılar yaşadıklarını sıklıkla anlatırdı. Göçün ana nedenleri ekonomik sıkıntılar, iş imkanlarının sınırlılığı ve geçim kaygısıydı. Özellikle Avrupa’da işçi açığının artmasıyla, Almanya ve Hollanda gibi ülkelere göç edenlerin sayısı hızla arttı. Ayrıca İstanbul gibi büyük şehirlere de iş bulmak ve daha iyi yaşam koşulları arayışıyla göç edildi. Ancak Avrupa’ya adım atan ilk işçiler, burada sadece bir ekmek kapısı değil, aynı zamanda zor ve yıpratıcı bir hayat buldular. Almanya’nın, Hollanda’nın fabrikalarında, Belçika’nın kömür madenlerinde en ağır işlerde çalışarak, düşük ücretlerle geçimlerini sağlarken aynı zamanda kimliklerini korumaya çalıştılar. Avrupa, o gün ucuz iş gücüne muhtaçtı; ancak onları, hak ettikleri gibi karşılamadı. Her şeye rağmen “biraz sermaye edinir döneriz,” dediler ama dönemediler. Dün çok sevdiği vatan toprağına eşinin yanına defnettiğimiz aile büyüğümüz Kemal amcamda babamla birlikte bu acı gurbetin yolunu tutanlardan biriydi. Hayatının en kıymetli zamanlarını Hollanda’da geçirdi, tam atmış yıl. Ama ne yaşadığı yere tam anlamıyla ait olabildi ne de Türkiye’deki köklerinden tamamen kopabildi. Gençliğini gurbet ellerde harcarken, hep bir gün doğduğu topraklara dönme hayaliyle yaşadı. Avrupa’ya ilk giden işçiler, yalnızca gurbette vatan hasretini değil, aynı zamanda acı bir yabancılık duygusunu da tecrübe ettiler. Almanya’nın, Hollanda’nın sokaklarında “yabancı” olarak anılmak, aidiyetlerini sorgulamalarına neden oldu. Kendi topraklarında olduklarında ise “Almancı” damgası üzerlerindeydi. O yüzden, nereye gitse kendini tam olarak ait hissedemedi bu insanlar. Garip ve sahipsiz kaldılar. Bugün, Avrupa’da yaşlanmış Türk göçmenlerin çoğu, belki de bu aidiyet boşluğunun en acı yüzüyle karşı karşıya. Kimileri, gönüllü çalışmalara ya da cami derneklerine katılarak kendilerine bir sosyal alan yaratmaya çalışıyor. Kimileri ise evlerine kapanıp, ölümü bekliyorlar. Ama ne yapsalar da iki dünya arasında sıkışıp kalan bu insanların hayatı, çoğu zaman özlemle yoğrulmuş yalnız bir sonla noktalanıyor. Amcam Kemal gibi, birçok gurbetçi, doğduğu toprakların özlemiyle, bir gün dönme umuduyla yaşarken, hayatlarını yaban ellerde tamamlayıp gurbette son nefeslerini veriyorlar.  
YAZARIN DİĞER YAZILARI