Suriye'deki iç savaş bitmemiş olsa, komşudaki mazlum Müslüman halk trajik bir şekilde dağılıp, neredeyse tamamen yok olacaktı. Rejimin, kendisine karşı çıkan halkı, etnik ve dini grupları, özellikle de muhalefeti bastırmak için insanlık dışı yöntemler kullandığını bütün dünya gördü ve biliyor. Peki, bu vahşi uygulamalar, tarihsel bir referansla karşılaştırıldığında nereye yerleşiyor? Dünyada bir insanlık suçu olarak bilinen ve nefret edilmesi neredeyse dayatılan Nazi rejiminin Holokost’taki yöntemleriyle Esed rejimi uygulamaları arasında ciddi benzerlikler var. İnsanlık, tarihinin en karanlık sayfalarından biri olan Holokost’tan dersler almış olmalıydı. Ancak ne yazık ki insanlık tarihindeki bu trajedinin izleri, günümüzde yeniden hem de daha acı ve onarılmaz bir şekilde karşımıza çıkmış oldu.
Holokost’un kelime anlamı "yakarak yok etme" olup, temel öğelerinden biri hedef alınan grupların kitlesel olarak öldürülmesiydi. Nazi Almanyası, tehdit olarak gördüklerini ölüm kamplarına göndererek onları topluca yok etti. Suriye'deki durum da oldukça benzer bir yapıya sahip. Rejim, özellikle Sünni Müslümanlara karşı kimyasal silahlar, hava saldırıları ve ölüm kamplarına benzer yöntemlerle insanları öldürdü. On üç yıldan beri rejimin kimyasal silah kullanımı ve yaptığı zulümler uluslararası tepkilere yol açtı, ancak cılız kaldı ve olayların ardındaki karanlık gerçekler açığa çıkarılmadı. Başta İran olmak üzere Rusya’nın da desteğiyle binlerce sivil, kimyasal gazlarla, bombalarla ve diğer vahşi yöntemlerle katledildi. Son izlediğimiz görüntülerde de hapishanelerde yüz binlerce insanın, duymaya dahi dayanamayacağımız ağır işkenceler sonucu hayatlarını kaybettikleri ve toplu mezarlara gömüldüklerini öğrenmiş olduk.
Özellikle Suriye'deki Sünni Müslümanlar, rejim tarafından "terörist" olarak damgalanarak katliamlara, zorla yerinden edilmelere ve yaşam alanlarından dışlanmalara tabi tutuldu. Bu, Nazi Almanyası'nın etnik temizlik ve "soykırım" politikalarını hatırlatan bir uygulamadır. Her iki rejim de kendi ideolojik hedeflerine ulaşmak için belirli etnik grupları hedef almış ve onları toplumdan silmeye çalışmıştır.
Holokost’un acı verici yönlerinden biri, uluslararası toplumun başlangıçta Nazi rejiminin vahşetini görmezden gelmesi ve bu katliama müdahale etmemesiydi. Ancak, dört yıl sonra Amerika öncülüğünde oluşturulan bir koalisyon gücü ve Rusya’nın da dâhil olmasıyla Almanya’nın kentleri vuruldu ve Nazi rejimi teslim olmak zorunda kaldı.
Suriye’deki iç savaşta da benzer bir durum yaşanır diye beklenildi ama beklentiler boşunaydı. Esed rejiminin zulmüne karşı birçok ülke yalnızca sözde kınamalar yaparken, somut askeri veya diplomatik müdahale konusunda kararsız kaldılar. Ne yazık ki bu tavır, insanlık vicdanını susturmuş, uluslararası toplumun iki yüzlü bir seyirciye dönüşmesine neden olmuştur.
Bu süreçte Türkiye, vicdani sorumluluğu üstlenerek mazlumlara sahip çıkan ender ülkelerden biri olmuştur. Suriye’den kaçan milyonlarca mülteciye kapılarını açan ve insani yardım konusunda öncülük eden Türkiye, insanlık adına örnek bir duruş sergilemiştir. Bu sorumluluk, tarihe geçecek bir dayanışma örneği olarak hafızalarda yer edecektir.
On üç yıldır dünyadan yardım bekleyen bu millet, en zor zamanlarında Türk milletinin kardeşçe desteği ve kendi manevi gücüyle zalime karşı direnmiş ve ülkesini özgürlüğüne kavuşturmayı başarmıştır.
"Suriye’de ne işimiz var?" diyen vicdansızlara rağmen, Türkiye insanlık görevini yerine getirmiştir. Bugün ise yeni bir sorumluluk dönemi başlamaktadır. Başta yıkılmış, harabeye dönmüş Suriye’nin yeniden imarı ve nihai hedef olan Kudüs’ün özgürlüğe kavuşturulması, bu milletin boynunun borcu ve tarihsel bir misyonudur.
ahmethasdemir@gmail.com