?>

Mesele Derin?

Haydar Mermer

5 yıl önce

Ellerindeki telefonu bir an için bıraksalar; sanki nefessiz kalacaklarmış hissi veren kızlı erkekli çocuklar, gençler çekiyor dikkatimi nicedir. Çarşıda pazarda, trende metroda, ayakta ya da otururken her hal ve şartta onunla meşguller. Arkadaş sohbetleri birkaç saniyeye düşmüş. O da kendi telefonundakini diğerine göstermekle başlayıp bitiyor.  Bu manzara kendi çocukluk ve gençlik çağlarıma götürdü beni. Benim gibi yaşı kırkı çoktan devirmiş olanlarla, kırk sene sonraki akranlarımız arasındaki fark, dünyalar kadar olmuş meğerse. Ne kadar da çok ve çabuk değişmişti her şey ve ne kadar hızlı bir sürüklenişti bu. Ürkmedim, ürpermedim desem yalan olur. Şimdi vazgeçilmezimiz olan elektrikle, gençliğe adım attığımız çağlarda karşılaşmış, teknoloji adına bildiğimiz birkaç şeyden biri olan TV´nin renklisi ile tanışmak için on yıl daha beklememiz gerekmişti. Naylon eritir top yapar, topraktan bilyeler ile "tuvarlak" oynardık. Gündüz oyunlarımız farklı, gece oyunlarımız farklı idi. Ata, eşeğe biner, yarış yapar, kavak dallarından kılıç kalkan ile cenk ederdik. Annelerimiz süt sağarken koyun başı tutar, çiğdem toplar sakız kanatırdık. Ekmeğin yanına domates buldu mu ziyafet sayardık. Alımız al morumuz mor olurdu. Hayvanla, toprakla, çiçekle, böcekle barışık bir hayatımız vardı. Kapris bilmez, nazlanmaya vakit bulamazdık. Ninemizin anlattığı masallar ile hayal alemine dalar, dedemizin cenk destanları ile cuşa gelirdik. Çember peşinde doyumsuz hazlarla yarışır, çelik çomakla isabete alışırdık. Sıcak tandıra sallanır, tandırdan sıcak sohbetler ederdik. Uzaktan gelen atlı arabalı misafir ağırlamaya şahitlik eder, misafir atı ahırın "VIP" kısmına bağlar, musuruna kes dökerek, samana talim eden kendi atlarımızı kıskandırırdık. Misafire ikramı, izzeti, hürmeti bizzat yaşar, büyüklerimizin uzun sohbetlerini sıkılmadan usanmadan dinler dinlerdik. Büyüklerin sözünü kesmez, ayak ayak üstünde oturmaz, akraba olsun olmasın yanlarında yanlış yapamazdık. Hocanın vurduğu yerde gül biter diyen babalarımıza, öğretmeni şikâyet etmeye cüret edemezdik. Suyu yudum yudum kullanır, yeni tanıştığımız elektriği hiç israf etmezdik. Defteri son sayfasına kadar yazar, abilerimizden kalan kitapları sevinçle kabul ederdik. Yeni bir giysi için "harman kaydını" bekler, giymeye kıyamadığımız cicilerimizi birkaç gün yastığımızın altında ağırlardık. Teknolojinin yavaş yavaş kapıları zorladığı vakitler, gençlik başımızda duman olduğu zamanlardı. Ama mesafeliydik yine de, biraz ürkek biraz çekingen. Kafalarına geçirdikleri koskoca kulaklıklarla "Walkman" dinleyenler bize acayip gelir, yadırgardık. Görerek, taklit ederek, örnek alarak ruhumuza sinmiş örf adetlerle oluşan karakterimiz, serkeşliğe berduşluğa izin vermezdi, Çoğumuz sakin ve uslu geçirirdik o deli çağlarımızı; ufak tefek falsolar dışında. Evlerine gidip geldiğimiz arkadaşlarımızın annesini annemiz, kardeşini kız kardeşimiz sayardık. Kendi mahallesindeki kıza meyletmeyi delikanlılığa sığdıramaz, sevdiğimizi bile söyleyemediğimiz uzaklardaki sevdamızı " yüzünde göz izi var, sana kim baktı yarim " kabilinden uçan kuştan kıskanır, temiz ve safça hayaller kurardık. Hasılı dostlar bizler mahrumiyet içinde memnuniyeti yakalayabilen şanslı bir nesildik sanki. Hep birbirimize muhtaç, hep yan yana idik. Tıpkı muhkem duvarlardaki taşlar gibiydik. Bizi bizden alan, bizi bizden çalan telefonlarımız yoktu şükür ki. Kendi elimize sığan bir dünyada değil, herkesi içine alan koskoca bir alemde mutlu olmaya bakardık. Köyden kente yönelen hızlı göçün yaptığı tahribat; milli ve dini olmayan eğitimle birleşince dayanaksız, köksüz ve savunmasız kalan gençleri yenmek daha kolay oldu. Binlerce yıllık alışkanlıklarımızı, adetlerimizi, zihniyetimizi ellerimizden alıp, yerine teknolojik oyuncaklar tutuşturdular. Ata mirası tüm sistemleri rafa koyup kendi "işletim sistemlerine" mahkûm ettiler. Her yeni modeli çıkardıkça bedelini misli misli ödettirerek idrakleri esir ettiler. Kurguladıkları dünyayı gerçek dünya ile takas ede ede gerçekten sanala, samimiden sahteye, irfandan tuğyana sürüklediler. Neticede, davranışları yadırgı, sözleri kaba, düşünceleri sığlaşmaya başlayan gençliği; düğünde oynayamayan, ölüde ağlayamayan, selam alıp vermekten aciz bireylere dönüştürdüler. Mesele derin ve uzun. Söylenecek de epey söz var ama haksızlık mı ediyorum yoksa dostlar? Siz ne dersiniz?
YAZARIN DİĞER YAZILARI