?>

"O GİDİNCE BİR TARAFIM YARIM KALDI"

7 yıl önce

Vatan sahipsiz değildi. Ona yan gözle bile bakılamazdı. Vatana göz dikene göz açtırmazdı; isimsiz kahramanlar, delikanlılar, kadınlar, yaşlılar, yiğitler ve sayamadığım niceleri? Ne diyordu Akif İstiklal Marşı´nda; "Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar; Benim iman dolu göğsüm gibi, serhaddim var."  Göğsünü siper eden gözü pek insanı, zırhlı duvar korkutabilir miydi? Gafiller bunu hesaba katmamışlardı. Hadsizce davranmışlardı. Bu hadsizlere, haddini bildirmeliydi Sivaslı Hasan Yılmaz´da Öyle de yaptı, 16 yaşındaki kızını yanına alarak Kazan´a koştular. Kim yıldırabilirdi Şehit Hasan Yılmaz´ı,  kızıyla birlikte baş koymuşlardı bu yola. Kazan´a geldiklerinde bu kez, Akıncı üstüne uçakların kalkmasını engellemek için anonslar yapılmaya başlanmıştı.  Uçakları kaldırmamalıydılar, hainlere fırsat vermemeliydiler. En öndeydi Şehit Hasan Yılmaz kızıyla birlikte. Kendilerini siper etmişlerdi tankın- tüfeğin önüne. Önce bir uyarı ateşi açmıştı asker üniformasının içindeki teröristler. Direndi kızıyla Şehit Hasan Yılmaz. Sonra ardı ardına atışlar başladı. Bu kez havaya değil, direkt olarak halkın üzerine atıldı kurşunlar. Karanlık geceydi, hâkim olan doğal karanlık değildi. Hainlerin ülkemiz üzerindeki İslam güneşini söndürmeye teşebbüsüydü. Mahşer gibi bir kalabalık vardı. Şehit Hasan Yılmaz o kargaşanın içinde kızıyla birlikte vatan için mücadele veriyordu. Ve kızını hainlerin attığı kurşunlardan korumak için kendisini öne attı ve 44 yaşında şehadet şerbetini içti.O akşam halasının evinde olduğunu söylüyordu, şehidimizin 16 yaşındaki kızı Birgül Yılmaz. Bir kuşumuz vardı, babamla beraber kuşla oynuyorduk ve babam dedi ki;"Kızım yeter daha oynamayalım yoruldu, biraz dinlensin." Ama çok geçmeden geri dönerek, "Bundan sonra kuş sana emanet." Beraber bakacaktık dediğimde bir şey söylemeden içeri geçti."Bu olaylar olmadan önce şöyle bir konuşma geçmişti aramızda; Kahvaltı yapmıştık babamla baş başa. Sonra babama dönerek, televizyonda şehitleri gösteriyorlar, onlar da ölüyor dedim. ´Onlar ölmüyor kızım, öyle düşünme! Onlar şehit oluyorlar, Peygamber Efendimiz´den (s.a.v)  sonra gelen makam. Allah istemediği müddetçe kimse o makama kavuşamaz .´Dedi.Allah istemişti Hasan Yılmaz´ın şehit olmasını. Onu,  mertebenin en mübareği ile taçlandırmıştı. Belki de kızıyla o konuşmaları tesadüf değildi. Şehit olacağından habersiz bir şekilde vatan için ölenler üzerine konuşuyorlardı.  "Babam yapılan anonsları duyduğunda ´ben gidiyorum´ dedi. Ben de seninle geliyorum dedim. Evden çıktık.  Babam şehit oldu. Bana bir ağabey gibiydi. Anneme söyleyemediklerimi onunla paylaşırdım. O gidince bir tarafım yarım kaldı."Yine bir eksiklik vardı. Ve yine bir hüzün çökmüştü yüreklere. Tarifsiz acının pençesinde, bir yandan gurur duyarken, öte yandan buruk kalmak. Elbette vatan önemliydi lakin ya geride bıraktıkları, ya emanetleri? Bayramlar onlar için hiçbir vakit eskisi gibi geçmeyecek. Sofraya bir babanın eşliğinde oturmayacaklar. Her seferinde boğazlarında düğümlenecek mutluluğa dair hangi cümle varsa. Baba tasavvuru geçince zihinlerden gülümsemeye eşlik etmeye çalışan gözler buğulanacak? Ama vatan sağ olmalıydı. Niceleri eksik kalan ömürlerini, sevinçlerini, henüz yaşamak isteyip de yaşayamadıkları her şeyi sırf geride kalanlar özgür yaşasın diye feda ettiler. Çünkü hürriyetsiz bir Türkiye düşünülemez, tasvir dahi edilemezdi.
YAZARIN DİĞER YAZILARI