?>

PİR-İ FANİ NASİHATLERİ

Nilüfer Akıngül

1 yıl önce

Bir talaş sobasının sıcaklığında karanlığı izliyorum. Çocukluğumu kucaklıyor hatıralarım ve duygularımın deryasında tek başına kaldığımı söylüyor bana yalnızlığım. Bir gün tombik tombik olan o ellerimin şimdi böyle kocaman ve yıpranmış olmasını hazmedemiyorum belki, belki büyümek isterken bir zaman gelip küçülmek isteyeceğimizi hesaba katamadık böylesi?.. Camdan göz kırpan yıldızların minyatürü bir nevi talaş sobasının altından izlediğim. Üşümek istiyor insan biraz daha ısınmak için. Ağlamak istiyor ruhum ve kaybettiklerimizin bize kazandırdıkları geliyor aklıma. Mesela bir gün: Aklıma  kötü olmak geldi. Herkes iyiliği haketmiyor dedim içimden. Pir-i Fani' diye bilinen bir derviş dede vardı. Ne zaman dara düşsem, ikilemde kalsam onun yanına gider, dizinin dibine oturur ve çocukluğumun vermiş olduğu tatlılıkla içimi dökerdim. Bana hiçbir zaman kızmadığı gibi bu halimden hoşnut olur ve cebinden çıkardığı çeşit çeşit şekerleri verir ve yine gel olur mu derdi? Ben de tamam derdim, her daim aklıma geldikçe yanına giderdim. Huzurun huzur bulduğu bir atmosfer vardı onun yaninda, ayrılmak istemezdim. Günlerden yine bir gün yanına gitmiştim ve ben kötü olmak istiyorum çünkü iyiler hep üzülüyor ve ağlıyor diye içimi dökmüştüm. Sustu, uzaklara daldı kara gözleri. Sanki karanlıkta nur hüzmeleri görürcesine gözlerinden ışık çıkıyordu. Sonra bana döndü Pir-i Fâni ve konuşmaya başladı, yıllanan ses tellerindeki namelerle. Evlâdım dedi: "Bir insana kötü olmak için, ille de kötülük yapmana gerek yok. Kötü olmak insana, hele de müslümana hiç yakışmaz. Muhakkak surette uzaklaşmak şart olmuş ise o kişiden, üç gün iyilik et, dördüncü günü etme. Göreceksin ki onun nazarında senden kötüsü yok. Zira iyi insan ihsanın kölesi olurken, kötü insan ihsanı köleleştirir" O zamanlar pek anlayamamıştım bu sözleri ama sonrasında hayatımı çerçeveliyen bir tablo yapıp astım zihnimin duvarlarına. Bir gün de ılık ılık esen bir akşam esintisi çiçekleri okşuyordu rahmetle. Ağır çekim  yağmur süzülüyordu gökyüzünden. Bahçenin içerisinden tevazulu adımlarla, beni arayıp bulmuşcasına yaklaşmıştı derviş dede. Onu görünce her düğüm kendiliğinden çözülüyor, sanki aklımdaki sorular daha sorulmadan gönül haneme onun lisanından cevap olarak kuruluyordu. Evladım dedi: "Sakın bu kötü deyip sırtını ona dönme, bir arı edasıyla sen bal yapmaya bak. Şerri hayra tebdil edemezsen hayırsızsındır. Hayır zaten hayırdır onu şerre döndermek ne kadar zor ise, şerri hayra döndürmek de o kadar maharet ister. Aslolan batmamaktan ziyade batana el uzatmak, yanmamaktan ziyade yananı söndürmektir. Ne cennete, ne de cehenneme tek girilir. Nasıl ki tek doğulmaz annen doğurur, nasıl ki tek ölünmez Azrail(a.s) öldürür, işte öyle ahirette de tek kalınmaz. Zehiri zehir diye ikram etmektir, yanlışa yanlış deyip de dokunmamak" Ve devam etti. İyi bak dedi: "Uçan kuşa, yağan yağmura, açan çiçeğe iyi bak! Ne gördüğün, nasıl gördüğünün her zaman önündedir. Sen sanar mısın ki, herkes aynı şeye bakarken aynı şeyi görür? Kimi Kabe'de dahi gözüne kara doldururken, kiminin gözü o Nur'un özünü bürür. Kimi bir canda ölümsüz dirilirken, kimi başka canda habersizce habire ölür. Yağan kar, yağmazsa kar olmaz, açan çiçek açmazsa  ottur, çiçek değildir. Her açık göz, gördüğünü gönlündeki hüzmeden süzmez ise, görünen görünmeyenin bil ki hep perdesidir" Sustuğu zaman da konuşuyordu sanki, ama ben anlayamadığım için bana sesli söylerdi. Bir gün elini omuzuma koydu derviş dede. Hem sessiz hem sesli bir bakış debisinde esen rüzgar gibi ılık ılık konuştu. "Evlâdım, hiçbir şeye isyan etme, olması gerekenden gayrısı olmaz. Hele de kendi gücüne asla güvenme, zira o güç ile başbaşa bırakılırsın. Zaman kısa azık az, burnun sürtünmeden akıllanmaya bak. Elin üzerinde bir el, kalemin üzerinde bir kalem görmedikçe teslim olamazsın. Teslim olmadıkça da hep Sırat'ta kalırsın. Yananı ateşten, mutluluğu hevesten bilme. Perdelerin ardındaki perdeleri bilmezsen baktığın herşeyi perdeli görürsün. Ne zaman ki perdeleri teslim olup açarsın işte o vakit müstekımde yürürsün"" Yavaş yavaş soğuyan talaş sobasıyla şimdiki zamana süzülüyorum. 'Allah rahmet eylesin' diye mırıldanırken dudaklarım kaybettiklerimizin kazandırdıklarına şükrediyorum. Bir gönüle dokunmak, bir yüreğe girebilmek, o yeri imar ve mamur etmek ne güzel. Ve ne güzel, güzel insanların hayatımızda  güzel izler bırakması. Vesselam... Leylifer 
YAZARIN DİĞER YAZILARI