?>

Tıyniyet ve Mücadele

Alper Duran

6 yıl önce

Bilge Dedem ?evladım habasetten kaçının? derdi. Bu cümle ile büyümenin etkisiyle, hep huzurlu ve mutlu bir dünya hayal etmişimdir. İnsanların birbirinin eksiğini araştırmak yerine güzelliklerini yaydığı, kin, haset ve zannın yerine sevgi, hoşgörü ve ahlakın olduğu bir dünya. İnsanlık mazisine bakınca hemen yanı başımızdaki Suriye´den tutunda, Bruma, Sudan, Doğu Türkistan, Bosna ve daha nice acıların hiç yaşanmamış olduğunu hayal etmek bile insana huzur vermektedir. Ancak ve maalesef hakikat böyle değildir. İnsanoğlu kazanma ve beğenilme arzusunun yanında şeytanın vesveselerine mağlup olmasından dolayı ortaya işte bu yaşanılmaz dünya çıkmaktadır. İnsan doğru yoldan ayrılınca sadece kendine değil, diğer canlılara, tabiata ve dolayısıyla geleceğine de zarar vermektedir. İmar etmesi gerekirken tahkir ve tahrip etmektedir. Dinimizde ve kültürümüzde sürekli orta yol tavsiye edilmesine rağmen nasılsa iğrite etmede, varsayımlarla hareket edip bir zan zinciri kurmada ve dedikodu ile hüküm verip ortalığı karıştırmada epey mahiriz. Bununla birlikte hoşgörüyü, tevazuyu ve alçak gönüllülüğü de süfli davranışlarla karıştırır olduk. Hâlbuki önümüzde sağlam bir irade ile hayatımızı sürdürecek sayısız örnekler bulunmaktadır. Had bilmez dünyanın had bilmez vasıtaları bizi böylesine hızlı değişime uğrattı ki. Zira artık modern dünyanın sayısız maskeleri ile görüşler savunulmakta, politikalar üretilmekte ve algılarla gündem oluşturulmaktadır. Delikanlılığı bir kenara bırakıp müstear isimlerle elek altı tespitler yapanlardan tutunda, özellikle sosyal medya aracılığıyla sahte hesaplar üzerinden boş beleş laf üretenler yüzünden üstümüze ihtiyarlık çöktü. Mesele bunları kaale aldığımızdan değil, güzelim gönül dünyamızı ve insanlığımızı kirletmelerinden dolayı teessür olmaktayız. Yoksa hakikat yolunda kervan yürümektedir. Bununla birlikte ?bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye?? veciz sözü de nasıl davranılması gerektiğini ayan beyan ifade etmiştir. Yeni ve büyük bir medeniyet inşasının temeli insanların kalbinden başlayabilir. Unutmayalım ki, mazimizdeki o yükselmenin altında halisane yürekler yatmaktaydı. İnsanlar birbirlerini kaş göz işaretleriyle ifna etmek yerine, tebessüm ve selam ile karşılamakta ve uğurlamaktaydı. Bu sebeple tarihin dahi en zarif ifadelerine muhatap olan ulvi bir toplum meydana gelmişti. Şimdilerde ise bazen devletin, bazen içinde bulunduğu topluluğun veya mensubu bulunduğu ailenin gücüyle karşısındakini alay edercesine, küçük düşürücü ve tezyif edici hallerle sık sık karşılanmaktadır. Bu ekabirliğin sonu fecaattir. İnsanın yaradılış ve hayat akidesine ters ve tabiatını zedeleyici bir durumdur. Yaratılmışların en şereflisi olarak nitelendirilen insanoğlu kendi türüne karşı sırf dünyalık beklentiler ve nimetler için akıl almaz bir acımasızlıkla hareket etmektedir. Bu serseri sahneyi seyredenler şayet işine geliyorsa memnun olup el ovuşturmakta, kendine ve etrafına bir zararı dokunacaksa hiddetlenip hakaret etmekte yahut şiddete başvurmaktadır. Yani iki durumda da vicdani ve kitabi düşünülmemektedir. İşimize geliyorsa ?oh ne ala?, işimize gelmiyorsa halk deyimiyle ?hıyar eğri bitmektedir.? Temiz bir dünyayı bu kadar eksiğe ve olumsuz faktöre rağmen kurgulamak ve bunun uğrunda yılmadan gayret etmek gereklidir. Vicdanlı insanlar çoğu kez ahlaksız ve çığırtkanlara karşı edebinden dolayı mücadeleyi bırakıp kenara çekildiği görülmektedir. Bu durum bizleri ahleken ve edeben yozların ve yobazların kurguladığı bir dünya da yaşamak zorunda bırakmaktadır. Hâlbuki hayatın her aşamasında mücadele edilmelidir. Haklılar ve vicdan sahipleri edepleri yüzünden veya başka vesileler dolayısıyla geri çekilirlerse bir çocuğun kalbindeki ve hayalindeki dünyayı ve medeniyeti kurgulayabilmemiz mümkün değildir. O halde hak ve hakikati her ne pahasına olursa olsun savunmakta ve onun uğruna her türlü bedeli vermekte geri durmamak lazım gelir. Zaten bize tavsiye edilen ve örnek almamız gereken büyüklerimizde bu yolu izlemişlerdir. Eskilerin deyimiyle ?zor oyunu bozar.? Doğruyu savunanların iki vebali vardır. Birincisi her ne pahasına olursa olsun doğruyu anlatmak, ikincisi doğruyu yaşamaktır? İkinci husus daha zordur ama daha kıymetlidir. Yoksa Bakara Suresi (44) ?Sizler kitabı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?? ayet-i kerimesinin muhatabı olunur ki, o zaman vay haline buna muhatap olanların? Kelamıyla eylemi müsavi olanlarla selam olsun?
YAZARIN DİĞER YAZILARI