?>

UZLAŞMA KÜLTÜRÜ-TARTIŞMA KÜLTÜRÜ

8 yıl önce

Bir toplumun ilerlediği ve geliştiği nasıl anlaşılır? Böyle ani ve beklenmedik sorular için farklı yanıtlar verilebilir. Eğitim ve irfan seviyesine bağlı olarak yanıtların farklı olması da normaldir.   Arabaların, telefonların ya da diğer araç gerecin değiştirilmesi ve yenilenmesi gelişimden sayılabilir mi? Çevrenin sürekli değişmesi, Kerpiçten, taşa, Sonra taş´tan cam ve metal binalara; Kav´dan kibrite, kibritten çakmağa; Tandırdan, ocağa sonra fırına, mikrodalgaya, At arabasından, Ferrarilere, Mercedeslere, Hızlı Trenlere geçilmesi Dursun´un takasının yerine yatların yapılması Toplumların gelişme seviyesini gösterebilir mi?   Şimdi biraz daha geriden, erken dönemden örnekler vererek konuyu açmak istiyorum. Hıristiyanlığın yayılması ve gelişmesi çok uzun sürmekle birlikte, İslâmiyet daha ilk 50 yılında çok geniş bir alana yayılabilmiştir. İlk 10 yılı büyük sıkıntı ve sancılarla geçmiş olmasına rağmen, nasıl olup da çok geniş bir coğrafyaya yayılabilmiştir?   Anadolu Selçukluları İzmit´i başkent yaptıklarında, Antakya halkından bir teklif alırlar ki, tarihte eşi ve benzeri bulunmaz. Gelin Antakya´yı da alın! Neden bir Hıristiyan kenti, Türkleri hem de Müslüman Türkleri şehirlerini ve bölgelerini almaları için davet eder? Ve dahası bir toplumun ilerlemesi ve gelişmesi ile bunların ne ilgisi olabilir?   Aslında aralarında uzun bir zaman aralığı olsa da her iki örnekte de temel düşünce ve durum aynıdır. Bazılarımız bunu cihat kültürü ile ilişkili bir durum olarak görebilirler. Oysa farklıdır. Sadece dini konularda yaptığı düzenlemelerle değil, sosyal hayatla ilgili yeniliklerle birlikte farklı bir toplum yapısı ve kültür algısı geliştirdiği içindir. Bu yeni algı ve yaşam anlayışı dönemini de aşarak yüzyıllar boyu devam edecektir. Adı Uzlaşma Kültürü´dür.   İslâmiyetle birlikte değişen sadece ibadet dünyası değildi. İnsana değer verme, özel mülkiyetin kabul edilmesi, seyahat özürlüğü, yaşama hakkına saygı. Listeyi uzatmak mümkün. Burada bahsedilen kavramlar, orta çağ doğusunda hâkim davranış dünyasıydı. Müslüman Türklerle birlikte bu anlayış ve kültür ortamı, Anadolu´ya transfer edildi. Fetih için yapılan bazı savaşlar ve karşı direnişe rağmen, Anadolu´ya uzun süre Uzlaşma kültürü hâkim oldu.   Ancak İslâm dünyasının geri kalanında ipler çoktan kopmuştu. Eğer ticaret olgusu bir kenara bırakılacak olursa, Büyük İskender´le başlayan Helenistik dönem ve 1095 yılında ilan edilen Haçlı seferleri ile batı ve doğu kültürleri ciddi anlamda karşılaşmışlardır. Her iki dönem de doğuda ciddi hasar yaratırken batı kültürü her seferinde de kârlı çıkabilmiştir. Peki Nasıl? Çok akıllı ya da her konuda onlar iyi oldukları için mi? Doğal olarak bu soruların yanıtı, batı seviciler ve Batı karşıtları için farklı olacaktır. Soru batı ile ilgili olsa da yanıt, doğu toplumlarının tavrında gizlidir.   Bu noktada şunu belirtmek gerekir: Söylendiğinde birçok kimseyi farklı nedenlerle gülümseten Batı her şeyi doğudan öğrendi cümlesi doğrudur. Maalesef doğrudur demeliyim çünkü, bir tür böbürlenme içeriyor olmakla birlikte üzücüdür. Bu giriş sonrası, doğu toplumlarının tavrına ilişkin en doğru analizi yapmış olan Amin Maalouf´u anmak şart. 1983 yılında yayımlanan, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri adlı kitabında Maalouf, doğu toplumlarının 12. Yüzyıl sonrasında neden hep çöküş yaşadıkları hakkında çok ilginç bir örnek verir. Bu arada adı geçen kitap, 11, yüzyıl sonundan 13. Yüzyıl başına kadar olan dönemi inceler. Eseri, aynı dönemi ele alan çalışmalardan ayıran en önemli özellik bakışın bu sefer doğudan ve Arapların içinden gerçekleştirilmiş olmasıdır.   Kısaca ifade edilecek olursa, görünüşte bir Din Savaşı olan Haçlı Seferleri aslında büyük bir kültürel çatışmadır. Adı geçen tartışmada Batılı işgalcilerin yaptığı ilk iş Arap dilini öğrenmek olmuştur. Gerekçesi de oldukça basit ve pratik bir nedene dayanmaktadır: Düşmanı Tanımak! Şimdi ne kadar da büyük analizmiş dediğinizi duyar gibiyim. Zaten olay bu değil. Olay Arapların tavrı. Hıristiyan Avrupalılar büyük bir hızla bölgedeki dilleri öğrenirlerken, Yüksek egolu ev sahipleri bu konuda bir strateji geliştirmemişlerdir. Hatta bu dilleri öğrenme konusunda, isteksiz oldukları kadar tepkiseldirler de. Bu kendini beğenmişliğin sıkıntıları ve etkileri hâlâ sürmektedir.   Gelelim konunun yukarıda anılan Uzlaşma Kültürü ile ilgisine. Doğu´da gelişen bilim ve Abbasi döneminin bilimsel metinleri çeviri katkısı, batı kültürü açısından birkaç yüzyıl sürecek kültürel bir evrimin yaşanmasına neden olmuştur. 15. ve 16. Yüzyılda Rönesans ve Reform sürecinin yaşanması ile sonuçlanan bu evrimde, kuşkusuz İstanbul´un Fethi de önemli bir rol oynamıştır. Ciddi boyutta olduğu tahmin edilen büyük bir bilgi birikimi yine Avrupa´ya kaçırılmıştır. İçinde bu sefer bizlerin de yer aldığı doğu toplumları, yine sıfırdan başlamak durumunda kalmışlardır. Bizler küllerimizden yeniden ve yeniden ve yine yeniden doğarken, batı toplumu Tartışma Kültürü sürecini yaşamaya başlamıştır.   Tartışma düzgün değerlendirme yapmanın ilk adımıdır. Amerikan okullarında tartışma kulüplerinin önemli bir yeri vardır. Bazen bir doğru bazen bir yanlış savunulsa da kimse kimseyi dövmez, saldırmaz. Bu davranış dünyası küçüklükten kazandırılır ki, geleceğin büyükleri düzgün bir tarz geliştirebilsinler. Eğriye eğri doğruya doğru: Bunu henüz yapamıyoruz. Bulunduğu bölge ve çevreye daima huzur götürmüş olan bizlere huzur verilmiyor çünkü. Ne zamandır? Sanmayınız ki, Cumhuriyet´in ilânından itibaren diyeceğim ya da son 15 yıl. Bu topraklar üzerindeki oyunlar, Haçlı Seferlerinin başladığı 1095 yılından beri devam eder. Uzlaşma Kültürü, bazıları tarafından aleyhimize başarıyla kullanılmıştır. Görünen kadar hatta daha fazla görünmeyen düşman söz konusudur. Peki niye? Niye bütün oyunlar bizim üzerimizden kuruluyor? Buna ilişkin bir sürü ihtimâl seslendirilebilir. Enerji oyunları, Gizli saklı petrol denizlerimiz, Bor kaynağımız, Zengin maden yataklarımız ya da ülkemizin o benzersiz jeopolitik konumu? Büyüklerin ve bu konuları yakından takip edenlerin, daha derin bilgilere sahip olduğundan emin olabiliriz. Burada üzerinde durmak istediğim daha farklı bir durum.   Hiçbir ülke hakkında kötü bir fikir uyanmasını amaçlamadan söylemek isterim, doğuda, Anadolu´dan neredeyse Japon denizine kadar, bizden daha farklı bir toplum ve karakter bulunamaz. İran´a bakın; Zavallı kardeş Afganistan´ın durumu ortada; Teknolojisi ne kadar gelişmiş olsa da Pakistan; Bilgisayar yazılımı ve uzay konusundaki ilginç başarısına rağmen, İlkel kast sistemi ile Hindistan? Daha güneye inmeye gerek bile yok. Peki bizi onlardan farklı kılan, neredeyse bin yıldır üzerimizde oynana oyunların nedeni ne?   Yukarıda da söylemeye çalıştım, belki gizli bir sürü nedeni vardır. Mutlaka bunun enerji konusu ile ilgisi söz konusu olmalıdır. Ya da daha başka askeri nedenleri vb. Kudüs´ün durumu, İstanbul´un fethi de bunlara eklenebilir belki. Kanımca bunlardan daha farklı bir neden, batı devletlerini tabiri yerinde ise deli ediyor! Arada derede herkes duyuyordur eminim, hani derler ya ne doğuluyuz ne de batılıyız diye. Doğru olduğu kadar, doğal olarak garip bir tanımlamadır bu. Çünkü, kast edilen şey iyi değil gibidir. Oysa birçok konuda, Avrupa ve Amerika´dan bile daha ileride olduğumuz kesindir! Doğu ile Batı arasında olduğumuz doğrudur çünkü, farklıyız! Bizi farklı kılan da arada kalmışlık değildir, uyanalım biraz. Değişim Gücümüz´dür!   12. yüzyıldan günümüze, geçirdiğimiz evrelere bir bakın. Daima güçlü ve etrafına güven veren bir toplum olmadığımızı söylemek mümkün değil. Lider karakterini asla yitirmemiş bir toplum. Konu sadece Hilafetin bile üstlenilmiş olması değil. İmparatorluklar yıkıldı diye düşünenler olabilir, geçmişi özleyenler olabilir. Bu yıkım değildir. Değişimin ta kendisidir. Bunun kendimize özgü olmadığını kim iddia edebilir. Ve malum şimdi yine bir değişimin eşiğindeyiz.   Yaşım itibari ile ülkemizin son 40 yılını ve neler yaşandığını herkes kadar hatırlıyorum. Kuşkusuz burada sorun, siyaset değil. Yapılmak istenen her yenilik ve değişikliğe nasıl karşı çıkıldığına ve tepki gösterildiğine verilecek çok sayıda örnek var. İyileri ve iyi niyetlileri tenzih ederek: Rahmetli birkaç büyük isim dışında, Ülkemizde kim büyük değişikliklere imza atabilmiş. Ülkesi için çalışan siyasetçiler var sanıyorduk. 30 yıldan fazladır şehit veriyoruz, iyi yetişmiş strateji bilir komutanlarımız var sanıyorduk. Toplumda algı operasyonu yapan birçok kalem çıktı ortaya. Oysa biz bu isimleri vatansever, ilerici ve ülkesi için yazıyor sanıyorduk. Mülkün temeliyle oynayanların mesleklerine bakın, oysa biz Adaletin Kestiği Parmak Acımaz sanıyorduk.   Bu konuda kişisel merakım ve öğrenme arzum gerçekten de çok büyük. Doğal olarak her birey, kendi açıklamasına ve sonucuna ulaşacaktır. Bir fikre saygı duymak için paylaşmak zorunluluğu da yoktur. Herkes sorsun kendisine: Bu direniş ve karşı çıkış kültürünü şimdi nasıl algılamamız gerekiyor? Toplum mühendisliği konusu bu kadar karmaşık bir hal almışken, şimdi kimin ve içten içten bizi yönlendirmeye çalışıp çalışmadığı konusunda nasıl emin olabiliriz? Son 40 yıla, bu uzun sürecin her zaman sahnede olan aktörlerine, onların maşa ve uzantılarına baktığımda;    ?Kendisine Sultanlık kuruyor? söylemini doğrusu hiç samimi bulmuyorum.
YAZARIN DİĞER YAZILARI