SETA Vakfından Büşra Zeynep Özdemir, Türkiye’nin enerji gücünü, kapasitesini ve gelişimini kaleme aldı.
Enerji güvenliği yaklaşık bir asırdır hemen her ülkenin üzerinde hassasiyetle durduğu bir mesele. Bilhassa arz güvenliğinin artırılması adına birincil enerji tüketimini oluşturan kaynakların, enerji tedarik yollarının, enerji tedarik edilen ülkelerin ve aktörlerin çeşitlendirilmesi büyük önem arz ediyor. Bu durumun farkında olan Türkiye, 20 yılı aşkın bir süredir enerji arz güvenliğini artırmak adına bahse konu adımları dikkatle yerine getirmeye çalışıyor. Enerjide ithal girdi oranını düşürerek dışa bağımlılığı azaltmak, tükettiği enerji kaynaklarını üreten bir ülke olmak, yerli ve milli enerji ve maden kaynaklarından mümkün olan en yüksek düzeyde fayda sağlamak Türkiye’nin enerji alanındaki başlıca hedeflerindendir. Nisan 2017’de açıkladığı Milli Enerji ve Maden Politikası ile adım adım bu hedeflerine ulaşmaya gayret gösteren Türkiye’nin bugün başarıyla yol aldığını söylemek mümkün.
Hidrokarbon alanında tüketicilikten üreticiliğe geçiş
Milli Enerji ve Maden Politikası ile Türkiye fosil enerji kaynakları açısından ithalat bağımlılığını azaltmada önemli bir yol haritası ortaya koydu. Türkiye, dünyanın önde gelen petrol ve doğal gaz üreticilerine komşu olmasına rağmen, uzunca bir süre bu kaynakların kendi sınırları içerisindeki potansiyelinin araştırılmasında yeterince inisiyatif alamadı.
1950’lerde kurulan ulusal petrol şirketi Türkiye Petrolleri (TP) o dönemde ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik şartlar dolayısıyla ithalat projelerine ağırlık verdi. 2000’li yıllar itibarıyla tesis edilen siyasi istikrar beraberinde nüfus artışı ve ekonomik büyümeyi getirirken enerji tüketiminin de hızla artmasını ve bu alanda adım atılmasını zorunlu kıldı. Kara alanlarında petrol ve doğal gaz potansiyelini araştırarak keşif sayısını ve üretim miktarını artırma kararı alan Türkiye, deniz yetki alanlarında da hidrokarbon varlıklarının açığa çıkarılmasını amaçladı. 2013 yılında TP bünyesine katılan Barbaros Hayrettin Paşa Sismik Araştırma Gemisi’ne 2015 yılında Türkiye’nin kendi imkanlarıyla inşa ettiği Oruç Reis Sismik Araştırma Gemisi’nin katılması bu alandaki kararlılığı gösteren ilk adımlardır. Ardından 2017 yılı itibarıyla dünyada yaklaşık bir düzine kadar bulunan derin deniz sondaj gemilerini filosuna katmaya başlayan Türkiye, sırasıyla Fatih, Yavuz, Kanuni ve Abdülhamit Han derin deniz sondaj gemilerini satın alarak bu alanda dünyanın sayılı ülkeleri arasına girdi.
2020 yılında Karadeniz’de gerçekleştirilen ve o dönemde açık denizlerde açığa çıkarılan en büyük rezerv olma özelliğini taşıyan 405 milyar metreküplük Sakarya Gaz Sahası, Türkiye’nin doğal gaz alanında kaderini değiştiren en büyük keşiftir. Yapılan çalışmalar neticesinde rezerv miktarı 710 milyar metreküp olarak güncellenen saha, 2023 yılında üretime alınmasının ardından bugün Türkiye’nin doğal gaz üretiminin en büyük ayağını oluşturuyor. 15 Ağustos tarihinde 7 milyon 335 bin metreküp ile tüm zamanların en yüksek gaz üretim miktarına ulaşan Türkiye’de bu üretimin en büyük kısmı 6 milyon 147 bin metreküp ile Sakarya Gaz Sahası’ndan karşılandı. Üretim çalışmalarının kararlılıkla sürdürüldüğü sahada 2025 yılında faaliyete alınması planlanan Türkiye’nin ilk yüzer üretim platformu ile üretilen gaz miktarının 10 milyon metreküpe ulaştırılması hedefleniyor.
Türkiye’nin hidrokarbonlar alanındaki başarısı Sakarya Gaz Sahası ile de sınırlı değil. 2022 yıl sonunda açıklanan Gabar Petrol Sahası o güne dek Türkiye’de keşfedilen en büyük petrol sahası olma özelliğini taşıyor. Keşfedildiği dönemde yaklaşık 150 milyon varil olarak açıklanan rezervden üretim, her geçen gün kararlılıkla artıyor. Yılın ilk yarısında 40 bin varili aşan üretim miktarı 17 Ağustos tarihinde 47,5 bin varile ulaştı. Daha da önemlisi, bugün toplam yaklaşık 108 bin varil olan toplam petrol üretimin yüzde 50’ye yakın bir kısmını karşılayabilen sahada yıl sonuna dek günlük 100 bin varil üretim miktarına ulaşılacağı düşünülüyor.
Nükleerde geri sayım, yenilenebilir enerjide rekor
Türkiye, hidrokarbonlar alanında kararlılıkla çalışmalarını sürdürürken diğer yandan enerji talebinin en büyük kalemini oluşturan elektrik üretim sektörü üzerinde de çalışmaya devam ediyor. Elektrik enerjisi kurulu gücünü çeşitlendirmek üzere devreye almaya hazırlandığı Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nde çalışmalar aralıksız devam ediyor. 4800 megavatlık kurulu güce sahip olacak santralin elektrik enerjisi üretiminin yüzde 10’a yakın bir kısmını tek başına karşılaması öngörülüyor. İkinci nükleer enerji santrali için görüşmeler sürerken 2053 yılına gelindiğinde nükleere dayalı kurulu gücün 20 bin megavata ulaşması hedefleniyor.
Türkiye’nin başarılı olduğu bir diğer alan yenilenebilir enerjidir. Yenilenebilir kaynakların payının kararlılıkla artırıldığı, Türkiye’nin kısa sürede kat ettiği ilerlemeden anlaşılabilir. 2002 yılında 12,3 bin megavat olan yenilenebilir enerjiye dayalı kurulu güç 2023 yıl sonunda 58,5 bin megavata ulaştı. Bahse konu kurulu güç Türkiye’yi dünyada 11'inci Avrupa’da ise 5'inci sıraya taşıdı. Yalnızca rüzgar ve güneşe dayalı kurulu güç 25 bin megavat olarak kayıtlara geçerken bahse konu kurulu gücün 2035 yılında 100 megavata ulaştırılması hedefleniyor. Kesintili elektrik üretimi sağlayan yenilenebilir kaynaklara nükleer enerjinin eşlik ettiği senaryoda Türkiye’nin 2053 net sıfır emisyon hedefini hayata geçirmesi zor görünmüyor.
AA
Editor : Anadolu Ajansı