Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, "Türkiye´nin umudu olan 2023 hedeflerine ulaşmamızı sağlayacak ve beklentilerimizi karşılayacak bir parti varsa o da AK Parti´dir. Diğerlerine oy verilirse inanın ki zaman kaybederiz." dedi.
Yılmaz, AK Parti Merkez İlçe Başkanlığı tarafından bir restoranda düzenlenen iftarda, ramazan ayının önemine değinerek, "Bu ayda önemli olan, gönülleri fethetmektir. Kişilerin, kul hakkını helal ettirmesi gerekir. Üzerinde hakkı olanlara haklarının ödenmesi gerekir." diye konuştu.
"Üzerimizde en çok hakkı olanlardan birisi Cumhurbaşkanımızdır diye düşünüyorum" ifadesini kullanan Yılmaz, "Cumhurbaşkanımızın bizim üzerimizde ne hakkı olduğunu anlamak için Türkiye´nin 2002´deki durumuyla bugünkü durumuna bakmak ve farkı görmek gerekir. 24 Haziran´da önemli bir seçim yapılacak." değerlendirmesinde bulundu.
Seçimi "millet dediği için" yaptıklarını aktaran Yılmaz, milletin, devletin ve vatanın asli sahibi olduğunu, 15 Temmuz´da sokağa çıkarak gösterdiğini ifade etti.
Yılmaz, şöyle devam etti:
"Bu millet, hakkını, hukukunu korumak için, evlatlarının geleceğini, kendi seçtikleriyle yönetilme hakkını korumak için can verebildiğini, 15 Temmuz´da, dosta, düşmana gösterdi. Yaklaşık 16 yıllık bir tecrübeyle milletin önüne çıktık. Yaptıklarımızı ve yapamadıklarımızı da biliyoruz. Ama bilin ki Türkiye´nin umudu olan 2023 hedeflerine ulaşmamızı sağlayacak ve beklentilerimizi karşılayacak bir parti varsa o da AK Parti´dir. Diğerlerine oy verilirse inanın ki zaman kaybederiz. O zaman, ´Yaparsa AK Parti yapar´ diyoruz. Bunu söylerken boşa da söylemiyoruz. Çünkü AK Parti, bu zamana kadar ne söz verdiyse yerine getirdi. Bizim diğerleriyle farkımız şu; yapamayacağımız hiçbir şeyi söylemedik ama söz verdiğimiz vaatlerimizin de takipçisi olduk. Eskiye kıyasla, yatırımcıyı, diğerleriyle daha rekabet edebilir duruma getireceğiz. Şimdi sözümüz var, nedir sözümüz? Türkiye´yi daha demokratik, daha zengin Türkiye yapalım. Refahı artıralım ve bunu da adaletli şekilde paylaştıralım. Yapar mıyız? Eğer bir olursak, beraber olursak bunu da mutlaka yaparız."
GÖZYAŞLARINA
HÂKİM OLAMADI
Bakan Yılmaz, konuşmasının sonunda, gazeteci İlhan Bardakçı´nın kaleme aldığı, Kudüs´te nöbet tutan son Osmanlı askeri Iğdırlı Onbaşı Hasan´ın hikâyesini anlatırken gözyaşlarını tutamadı.
Gazeteci İhsan Bardakçı´nın kaleme aldığı ve Bakan Yılmaz´ın anlatırken gözyaşlarına boğulduğu hikâye ise şöyle:
?Yıllar önceydi, sene 1972. O zamanlar genç bir gazeteciydim. Türkiye´den bazı siyasiler ve iş adamları İsrail´e resmi ziyarette bulunuyorlardı. Biz de gelişmeleri izlemek için oradaydık. Bir sıcak mayıs akşamıydı. Her ziyarette olduğu gibi sıradan bir işti anlayacağınız. Ziyaretin dördüncü günü bize tarihi ve turistik yerleri gezdirmeye başladılar, kafile olarak Mescid-i Aksa´ya vardık. Heyecanlanmıştım asırlık merdivenlerden yukarı çıkarken. Üstteki avluya ´on iki bin şamdanlı avlu´ diyorlar. Yavuz Sultan Selim Han, Kudüs´e gelince bu avluda on iki bin şamdan mum yaktırmış. Koca Osmanlı ordusu yatsı namazını o mumların ışığında kılmış, adı oradan geliyor. Avlunun kenarında biri dikkatimi çekti. Doksan yaşlarında bir adam. Üzerinde kendinden daha yaşlı bir asker üniforması; her yanı yama içinde, hatta bazı yamaların bile tekrar yamanmış olduğu bir elbise. Asırlık ağaçların gövdesindeki halkalar misali yamaları yaşını göstermeye çalışıyordu sanki. Orada ayakta bekliyordu, sırtına zorla yapıştırılmış gibi duran hafif kamburu da olmasa dimdik duracaktı. İki metreye yakın boyu ile yaşlıydı ama bir o kadar da vakur. Şaşırmıştım. ´Acaba bu adam bu sıcakta güneş altında neden dikilip duruyor´ dedim içimden. Bizi gezdiren rehbere sordum; ´Ben kendimi bildim bileli her gün buraya gelir. Akşama kadar bekler. Ne kimseyi dinler, ne de kimseyle konuşur. Sadece bekler, delinin teki herhalde.´ dedi. Bu yaşta bu sıcakta sebepsiz beklemeyeceğini biliyordum. Bembeyaz sakalının hafif titremesi rüzgardan mıydı, senelerin bedene yüklediği ağır yükten mi bilemedim. Kafasında eski bir kalpak, sanki kanatlanıp gidecek bir kumru misali bekliyordu. Konuşmakla konuşmamak arasında kararsız kaldım. Yanına yaklaştığımı fark etti, ama kımıldamadı. ´Selamün aleyküm baba.´ dedim. Başını biraz bana doğru çevirdi, durakladı ve çatallanmış titrek bir sesle ´Aleyküm selam oğul.´ dedi. ´Hayırdır baba sen kimsin, burada ne yapıyorsun?´ dedim. ´Ben...´ dedi titreyen bir sesle. ´Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan´ım´ Sesinde titreme kalmamıştı. Genç bir askerin tekmil vermesi gibi tekrarladı: ´Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan´ım. Bizim bölük Cihan Harbi´nde Kanal Cephesi´nden İngiliz´e saldırdı. Canım ordu Kanal´da yenildi. Artık geri çekilmek elzem idi. Ecdat yadigari topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs´e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs´te artçı bölük olarak bırakıldık." dedi.
Osmanlılar, İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde mübarek belde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakır. Eskiden bir kenti ele geçiren devlet, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmazmış. Zaten İngilizler de Kudüs´ü işgal ettikleri zaman halk çok tepki göstermesin diye küçük bir Osmanlı birliğinin şehirde kalmasını istemişler. Sonra anlatmayı sürdürdü: ´Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı. ´Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Şanlı ordumuzu terhis ediyorlar, beni İstanbul´a çağırıyorlar. Gitmem gerek, gitmezsem mütareke emrini çiğnemiş, emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine avdet edebilir, ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var: Kudüs bize Sultan Selim Han Hazretleri´nin yadigârıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk ´Osmanlı da gitti, bundan sonra bizim halimiz nice olur´ demesin. Fahri Kâinat Efendimizin ilk kıblesini Osmanlı da terk ederse gavura bayramdır. Siz, İslam´ın şerefini, Osmanlı´nın şanını ayaklar altına aldırmayın.´ dedi.
Bölüğümüz Kudüs´te kaldı. Sonra upuzun yıllar bir anda bitiverdi. Bölükteki kardeşler teker teker Cenab-ı Hakk´ın rahmetine kavuştu. Düşman değil de yıllar biçti geçti bizi. Bir ben kaldım buralarda. Bir ben, koca Kudüs´te bir Onbaşı Hasan." dedi. Alnından akan ter, gözyaşına karışıyor, kırış kırış olmuş yüzünde kendi yol bulup akıyordu. Konuşmaya devam etti: ´Sana bir emanet var oğul, nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?? dedi. ?Elbette´ dedim. Sanki Türkiye´ye haber göndermek için birini bekliyordu.
?Anadolu´ya vardığında yolun Tokat sancağına düşerse Mescid-i Aksa´ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden kolağam Mustafa Kumandanımın yanına git. Ellerinden benim için öp ve de ki: ?Kudüs´ü bekleyen 11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Nöbetini terk etmedi, tekmili tamamdır hayır dualarınızı beklemektedir kumandanım.´ de.?
Tamam´, dedim. Bir yandan göz yaşlarımı gizlemeye, öte yandan dediklerini not almaya çalışıyordum. Nasırlı ellerine sarıldım sonra öptüm öptüm. ?Allah´a emanet ol baba´ dedim. ?Sağ olasın oğul. Bizim için dünya gözü ile o mübarek Anadolu´yu görmek mümkün değil. Var sen selam götür tanıdık tanımadık herkese.? dedi. Kafileye geri döndüm, sanki bütün tarihimiz kitaplardan canlanmış da karşıma çıkmıştı. Rehbere durumu anlattım, inanamadı. Adresimi verdim, bu askeri takip etmesini, bir şey olursa bana mutlaka haber etmesini istedim.
Türkiye´ye gelince verdiğim sözü yerine getirmek için Tokat´a gittim. Askeri kayıtlardan Kolağası Mustafa Efendi´nin izini buldum. Vefat edeli yıllar olmuştu. Sözümü yerine getirememiştim. Ardından seneler birbirini kovaladı. 1982´de bir gün ajansa geldiğimde bir telgrafım olduğunu söylediler. Rehberden gelen bir tek cümle yazılıydı: ?Mescid-i Aksa´yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün öldü." //AA - İHA//
Editor : Haberpanelim