Hep soruyoruz, hep sebep arıyoruz, olmadı; bir suçlu bulmaya çalışıyoruz... Oysa ki; başarının temeli, inancımıza göre, önce kendimizden başlamaktır, ilkesini neden ise; hep unutuyoruz...
Neden. Başaramadık... Çünkü, yapmak istediklerimizi, hep konuşuyoruz. Pratikte konuştuklarımızı, kendi hayatımızda bile; uygulamayı beceremedik... Asıl işin konuşmak değil; yaşamak olduğu, olgusunu bir türlü anlamadık.... Önceliğimiz olması gereken; Aile ve Evimizden başlayarak, arızalı hayat tarzımızı devam ettirdik... Evimizi ailemizi kurtaramadık amma; dünyayı kurtarmaya çalıştık...
Neden başaramadık... Sorumluluğumuzu hayatımıza değil; kelimelere yükledik... Tüm kavramlarımız, değerlerimiz dillerde idi. Hayatımızda değil... En basit hayat kurallarını hiçe saydık. Tüm değer yargılarına hayatımızda yer vermedik. Vefa, adalet, saygı, sevgi, tahammül, doğruluk, sorumluluk, sadece kavram olarak hafızamızda kaldı. Hayatımızdan uzaklaştı. Hep ibadet yapıyoruz diye, avunduk. İbadetlerimiz hayat tarzımıza, etki edemedi. Geçimsizlik, güler yüzden uzak olma, ötekileştirme, insanları sevmeme ve saygı göstermeme, çekememezlik, hayatımızın hep içerisinde oldu. Kardeşlik hukukumuzun bile ne olduğunu bilemedik. En basit yarar ilişkimize ters düşünce, fikir ayrılığımız olunca; insanı düşman ilan ettik...
Baş örtüsünü savunduk. Savunduklarımızdan olan baş örtüsünü, ailemiz elemanlarına taktıramadık... Suçu hep başkalarında aradık. Gerçek sorumluyu biliyor olsak bile; dilimizle söyleyemedik. Hep ilahiyatçıların kalitesizliğinden şikayetçi olup, kolay yolu seçtik. O, şikayetçi olduğumuz insanlar ile; kimi zaman, bazıları ile; aynı hedefe doğru yürüdüğümüzü unuttuk. Dini, Diyaneti, Din adamlarını; camilere hapsettik. Bindiğimiz dalları, ellerimizle kestik...
Çocuklarımızın ve Gençlerimizin Dini eğitimlerini ciddiye almadık. Bir okul kazansın diye; harcadığımız parayı, zamanı unuttuk. Matematik dersi için; özel hocalar tutar iken; dini eğitimle ilgili doğru-dürüst adım atmadık. Para ve zaman ayırmadık. Hatta, para isteyen dini eğitim veren yer var ise; onu hakir gördük.
Neden başaramadık.... İnsanlara kimi zaman tepeden baktık, halkın içerisine giremedik, hep yabancı gibi kaldık. Oysa ki; iç, içe olmamız gerekiyordu. Hep eleştirdiğimiz başa bağlı olmak, temasını aslında en fazla uygulayanlardan olduk. Kurtuluşu hep liderin başını çektiği, hareketlerde aradık. Başarıyı da, başarısızlığı da; O hareketleri yürütenlere, yükledik... Bizim , o hareketlerin içerisinde ne kadar hazır olup, olmadığımızı sorgulamadık.
Genel olarak, Aynaya bakarak; kendimize çeki düzen vereceğimiz yerde; hep kusurları başkalarında aradık. Eksikliği noksanlığı hiç kendimize yakıştıramadık. Biz her şeyi biliyoruz, edasında idik. Nefsimize karşı dokunulmazlığımız vardı. Yaptıklarımız küçük kusurlar idi; ancak, bedelleri ağır oldu. Altında ezildik...
Neden başaramadık... Kimse sorumluluk alanında öncelikle kendisin olması gerektiği gerçeğini, unuttu. Yaşadığı her alanda yaşantısı ile, davranışları ile örnek olması gereken bizler; bırakın örnek olma özelliğini taşımayı, yanlışlarla gösterilen, yaptığı yanlışlarla anılan insan olduk. Şahsımızı üzerinden dini kavramlar; alay konusu oldu... Şu hacıya bak.., Şu hocaya bak, denildi...
En çok şikayetçi olduğumuz helal lokma kazanımı ve tüketimi konusunda özen gösteremedik. Ne alış veriş yaptığımız yerlere dikkat ettik. Ne faize, ne Emeksiz kazanmaya... Hep çuvalladık... Belirlediğiniz hedefe ulaşmak için; her yolu mübah saydık. Bizim dışımızda inancımıza uymayan insanların kullanım alanlarını tercih ettik. Onların kullanım alanlarına girmekten zevk aldık. Kendi yaşam alanlarımızı, çevremizi oluşturamadık. Kendi alış veriş alanlarımızı oluşturamadık. Hep başkalarının oluşturdukları alanlarda; esir gibi, yabancı gibi, dolaşır olduk. Domuz eti satılan yerlerden alış-veriş yapar olduk. Başkalarının yapmış olduğu yanlış uygulamaları açıklar olduk. Bizler, doğrusunu yapmayı, helal gıda üretmeyi hedefe koyamadık. Onlar ise; hakim oldukları bu alanlara bizlerin zorla girme çabasından hep rahatsız oldular. Bu rahatsızlık bile; bizi uyandırmadı. Israrla onlarla birlikte ortak alan, kullanmayı; bizim için, bir ayrıcalık olarak, gördük. Hatta, O, tür alanlarda olmaktan mutlu olduk. Başkalarına şatafatlı sözlerle anlatır olduk. Oysa ki; bizim O, alanlarda olmamamız gerekiyordu. Çünkü, biz orada yabancı idik... Kendi inancımıza uygun mekanları, alanları, zeminleri oluşturamadık. Beceremedik. Hazır başkalarının kullanıma açtığı alanlara girmeye çalıştık. Öyle yaparak, avunduk... Heyhat, bizim sosyal hayat alanlarımız, çevrelerimiz, mekanlarımız nerede? Diye sorgulamadık. Sorunu çözmek için; kafa yormadık...