Allah, İnsan, Hata Ve Af

Alper Duran
Alper Duran
Allah, İnsan, Hata Ve Af
29-11-2019

İnsan ve insanlıkla alakalı sayısız sözler söylenmiş, yüzlerce yazılar yazılmış ve araştırmalar yapılmıştır. İnsan kelimesi ve insanlık kavramı, üzerinde sürekli düşünülmeyi ve bu meyanda eserler verilmeyi hak etmektedir. Çünkü her devir, bu kelimeleri kendi anlayışlarıyla izah etmeye mecbur ve memur hissetmektedir.

İnsan kelimesi malumlarınız üzere Arapça kökenlidir. İki yönü vardır bu kelimenin. Birincisi ?üns? kökünden türeyen ünsiyet yönü, yani samimiyet, yakınlık sıcaklık ve bu vesile ile toplum olma anlayışıdır. İkincisi ise   ?nesy? unutmak fiilinden hareketle bırakmak, terk etmek, eksikliği olmak anlayışı vardır. Bu durumu da bütün insanlar yaşamıştır, yaşamaktadır ve yaşayacaktır. Yani insan olarak bizim bir eksikliğimiz ve kabahatimizin olması oldukça doğal bir durumdur. Filozofların ve sufilerin bakış açısından bağımsız bir şekilde hayatın her merhalesinde karşılaştığımız hususlar üzerinden meseleye baktığımızda; Allah-insan ilişkisinin tersine hareket ettiğimiz görülmektedir. Allah-insan ilişkisinde insanoğlunun ünsiyet ve samimiyeti doğrultusunda icra ettiği amellere karşılık doğrudan cennet vaat edilirken, kabahat/ler işleme ihtimali ve durumunda ise uyarı, affetme, tövbe gibi hususlar konulmuş ve buna rağmen hatalarda ısrar edilmesi durumunda cehennem ile cezalandırılma konusu açık bir şekilde belirtilmiştir. Ancak insan-insan ilişkisine bakıldığında sanki daha üst perdeden yürüdüğünü görmekteyiz. Yani insanoğlu karşısındaki birinin bir hata işlemesi durumunda uyarı, affetme vb parametrelerini hiç devreye sokmadan doğrudan karşısındakine hüküm vermektedir. Hâlbuki Allah´ın kulları arasında en ideal olarak seçtiği peygamberlerin bile hata yaptığı hepimizce malumdur. Zira yaratan, burada en özel insanların dahi yanlış yapabilme ihtimallerinin olduğu ve hatta işlediklerini kuran-ı kerimde bizlere haber vererek bir mesaj iletmektedir. Bununla birlikte, önemli hatalar karşısında özür beyan eden ve af dileyen peygamberlerini affetmek suretiyle bize ikinci bir mesajı anlatmaktadır. Lakin insan-insan ilişkilerinde bu durumu pek göremiyoruz.

Öncelikle insanların bir kusur işleme durumunda bunu kabul etmesi oldukça zor. Maalesef insanımız bir türlü kusurlarını ve hatalarını kabul etme olgunluğunu göstermemektedir. Peygamberler hata işlediklerini kabul ederken, günümüz insanı kendini kanatlanmış ideal tiplemesi olarak görmektedir. Aslında çürümüşlük burada başlamaktadır. İnsanoğlu kendini (haşa) yaradanın özelliklerine büründürüp, hata işleme yönünü ve ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Bu gerçeklik, bir toplumsal sorun olarak karşımızda dururken; bunun daha vahim olanı ise hasbelkader işlediği cürmü kabul eden birisi bundan duyduğu pişmanlığı dile getirmesi durumunda ortaya çıkmaktadır. Cürmünü kabul eden bir anlayışı, erdemli bir hareket olarak görmek yerine suçunu itiraf eden aciz birisi gibi görüyoruz. Hatta bu sebeple daha da üstüne gidip, yeri ve zamanı geldikçe de, başına kakmayı da ihmal etmiyoruz. İşte ortada böylesine dengesizlik ve düzensizlik olunca, da toplumsal ilişkilerde büyük çözülmeler başlıyor ve sürekli yakınma ve eskiye özlem hissiyatı duyuluyor.

Doğru olan herkesin bir yanlış yapabileceği ihtimalini bilmesi ve kabul edebilmesidir. Bir olayda, karşısındakinin söylemlerini sürekli çürütmek yerine tahlil edip kendisinin de veya ortadaki şartlarında bir eksikliğinin olabileceğini değerlendirmek gerekir. Özellikle olgunluk gösterip özür beyan eden kişinin üstüne gitmek yerine; meseleyi makul bir şekilde bitirme yolu tercih edilmelidir. Sürekli eskiyi kurcalamanın bir anlamı ve hatalara takılıp kalmanın kimseye kazandıracağı bir şey yoktur. Meramımızı bir hikâye ile somutlaştıralım.

İki derviş, yolculukları sırasında bir dere kenarına varmışlar. Genç bir kadın dere kenarında karşıya nasıl geçeceğini bilemez halde ağlamaktaymış.

Dervişlerden biri, genç kadını kucaklayıp suyun öteki tarafına bırakmış. Öteki derviş, arkadaşının bu davranışını hiç hoş karşılamamış ancak sesini de çıkarmamış.

Dervişler dere kenarından bir kilometre kadar uzaklaştıklarında; diğer derviş daha fazla dayanamamış ve arkadaşına hışımla dönmüş:

? Sen, böyle bir şeyi nasıl yaparsın? Biz dervişiz! Bırak bir kadını kucaklayıp karşıya geçirmeyi, onlara bakmamız bile yasaktır! Hatta seni baştan çıkarabilirdi.

Öteki derviş oldukça sakin karşılık vermiş:

? Dostum ben o kadını bir kilometre geride bıraktım. Sen? Sen ise hala onu taşıyorsun.

Af dilemek, ilahi sistemin en önemli mefhumudur. İnsan ilişkilerinde de özür ve kabahatini kabul etmek bu denli mühimdir. Allah-insan ilişkilerinde kurgulanmış olan bu güzel ve merhametli dengeyi, insan-insan ilişkilerinde de muhafaza etmemiz gerekir.

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?