Delilerin İtibarı

Alper Duran
Alper Duran
Delilerin İtibarı
26-03-2020

Ülkemizde, delillerin ve meczupların ziyadesiyle ilgi ve itibar görmesinin üzerinde, uzun müddettir düşünmekteyim. Bu durumdan kat´î bir sonuç çıkarmak mümkün değildir, lakin şu bir buçuk asırlık geçmişimiz üzerinde fikir teatisinde bulunduğumuz da, delilerle karşımıza iki husus çıkmaktadır; birincisi Türk milletinin engin merhameti, ikincisi ise tekdüze bir düşünce, hayat tarzı ve insan tipinden sıkılan fıtratın, nev-i şahsına münhasır bir kişiliği özlemesidir. Yüce Kitabımız Kur´an-ı Kerim´de ?Allah, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez?? (Bakara Suresi 26. Ayet) buyurmaktadır. Bizde buradan mülhem, bazı hakikatlerin izahı için, deliliğin misalini tercih ettik.

Tanzimat fermanıyla başlayan değişim ve dönüşüm, bu toprakların insanını ekseriyetle özünden uzaklaştırmaya sevk etmiştir. Çünkü ıslahat ve çözüm adına sunulan reçetelerin membaı, bizimle hemen hiç ortak değeri olmayan garbın yeni dünyasından alınmaktaydı. Osmanlı´nın son dönemlerine damgasını vuran batı üstünlüğünü kabullenme ve bu sayede hayranlık duyma hastalığı, sadece Anadolu insanını değil; tüm İslam dünyasını da, etkilemiştir. Bu nedenle Tanzimatçıların, Islahatçıların ve bunun meyvesi olan ittihatçıların niyetleri ne olursa olsun, uygulamaları neticesinde büyük bir olumsuz tablo ortaya çıkmıştır.  Bu elim manzara nedeniyle, tüm İslam coğrafyasının vebalini almışlardır. Zira farklı yerlerde ve toplumlarda mahallî ayrışmalar olsa bile, umumiyetle herkesin gözü İstanbul üzerindeydi. İstanbul dirayet gösterip önce kendi ıstırabını dindirmesi, sonra da dalga dalga etrafına huzur ve saadet salgılaması beklenirken; aksine kabuğuna çekilip, gönül coğrafyasına ?ne haliniz varsa görün? anlayışına bürünen Ankara´ya dönüşmüştür.

Yeni Türk Devleti, Anadolu topraklarında farklı bir sistem ile devam ederken, kapılarını dış dünyaya kapatmayı tercih etmiştir. Özellikle tarih boyunca bize en çok ihtiyacı olan Orta Asya´daki Türk boylarına mensup soydaşlarımızla, sudan çıkmış balığa dönen İslam toplumları hâmîsiz ve çaresiz bırakılmıştır. Bu durum başka bir bahiste ayrıntısıyla ele alınması icap eden uzun bir meseledir, lakin geçmişe hor gözle bakıp, yeni bir tarih, yeni bir gelecek ve yeni bir perspektif oluşturalım derken, yenilenme adına birçok temel hatayı devlet eliyle yapılmıştır. Bunlardan biri de, herkesin aynı fikre, aynı fırkaya, aynı kavme ve aynı hayale zorlanması olmuştur. Tanzimat´la başlayan tek tip insan modeli, Cumhuriyeti´nin resmi uygulaması haline gelmiştir. Özellikle geri kalmışlığımızın nedenlerini diline pelesenk eden sözümona aydın ve bürokrasi ekâbirleri, ne yazık ki bilim, teknoloji ve bilgi adına ithal birkaç müessese haricinde bir arpa boyu yol alamamıştır. Terakki için batı gibi inanmak, batı gibi düşünmek ve batı gibi yaşamak çareleri ameliyat masasındaki milletimizi iyileştirmek yerine; kötü bir estetik ile dışını değiştirip içini kan ağlar vaziyete dönüştürmüştür. Gelinen noktada muasır medeniyet diye öykündüğümüz garbın fikri, alfabesi, kıyafeti hâsılı hemen her hususu taklit edilmiş, ancak ilmi terakki konusunda tosbağa hızında kalınmıştır. En acınacak yanımız ise bütün yurttaşların kurulu saat gibi olması istenmiştir. Bu süreçte farklı renkte ve tonda konuşan ve düşünmek isteyenler ise tecrit edilmiş ve hatta hapishanelere ve idam sehpalarına kadar götürülmüştür. İnsanların maharetine veya çehrelere güzellik katan gamzelere aldırış edilmeden, herkese aynı maske giydirilmiş ve bu uygulamalar da sehven değil, kasten yapılmıştır. Devletin kurallara uyması için aldığı tedbirler başka, bütün manzaralara aynı pencereden bakılmasını mecbur kılmak başkadır. Hâlbuki irticanın mendebur sebeplerinin sıraya dizildiği, gulyabani kâbusların son bulduğu ve geleceğin şarkılarının sazende ve hanendelerin koro halinde söylemeye başlandığı haykırılmaktaydı. Sonuç ise herkesin vicdanındadır.

Sonra bir baktık ki, dilimiz ezberlenmiş kelimelerin dışına çıkamamış ve ufkumuz adet haline gelmiş sınırlarda kalmış. Bu nedenle müspetliğin çatpat rastlandığı bir buçuk asır sonunda toplumun en renkli simalarının deliler ve meczupların olması şaşırtıcı değildir. Zira delilerin en önemli özelliği şu çirkinleşmiş dünyanın günahlarını üzerinde taşımadan hareket etmeleri ve konuşmalarıdır. Herhangi bir hesap yapmadan hakikati olduğu gibi zikretmeleridir. Yapılması veya yapılmaması gerekenleri temiz bir kalp ve ari bir dille ifade etmeleridir. Alışılmışın dışında meselelere ayna tutmaları, düşlerini insanlarla paylaşmaları ve şiir gibi sade olmalarıdır. Cesaret sergilemeleri, baharı hissetmeleri ve herkesle aynı tonda konuşabilme özgürlüğünü yaşamalarıdır. Mancınık gibi görünmeden taş atanlardan değil, doğruluğa tecessüm etmiş şekilde hissettiklerini konuşabilmeleridir.

Deliler ve meczuplar her kesime selam veren ve her dünya görüşünde olan insanlarla amaçlı yahut amaçsız vakit geçirebilmektedir. Rengârenk mutluluklarının ardında, aklını sayısız tedirginliğe tutsak etmeden hürce yaşamaları yatmaktadır. Peki, hangimiz içinde bulunduğumuz aidiyet zincirinin dışına çıkabilir ve başka fikirlerin mütalaasında da doğruların olduğunu söyleyebiliriz. Hemen yaftalanma ihtimaline karşı korkak ve ürkekliğimizin ezikliğini, delilere hayranlığımızla dışa vurduğumuz doğrudur. Onlar, yiğit ve özgür kartallar gibidir. Her tepeye konabilir ve her dağın üzerinde uçabilirler. Model aldıkları tek şey, tertemiz hisleridir. Bu sebeple habis duyguların ırağında, sevecenlik ve doğallık içerisinde toplumda el üstünde tutulur. İşte yinelemek gerekirse delilere olan bu alakamızın birinci nedeni milletimizin içerisinde bulunduğu merhamet, ikinci sebep ise şu tekdüzeliğe ve mengene gibi kalıplara sıkıştırılmaya isyandan dolayıdır. Söyleyemediğimiz nice lafları onların ağzında duyar, gösteremediğimiz tavırları da, yine delilerin kendine has afili raconlarında görürüz. Her köyün, her kasabanın ve şehrin bir veya birkaç özgür düşünen, tarafgirlik çukuruna düşmeden farklı bakabilen, zarafetçe telaffuz edebilen ehl-i fikir şahsiyetleri olmayınca; maalesef mecnunlardan medet umulmaktadır.  

Belki de onları delirten, bizim akıllıca davrandığımızı zannetmemizdir. Kendi durumunun farkında olup özeleştiri yapabilen, bir şey söylendiğinde kinlenip hayatını onun üzerine kurgulamayan, kalıpların köleliğini yapmayan ve doğruları katıksız ifade eden bir delilerimiz kaldı. Bari onları kendimize benzetmeyelim, bırakalım öylece orijinal kalsınlar. Gerçi bazen kimin meczup kimin akıllı, kimin ucube ve kimin elit olduğu hususunda derin müphemliğe dalmaktayım... Ya siz...

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?