Geçen günlerde Sivas Gazi Lisesinden öğrenci dostlarımız olan Halil İbrahim Tatlı pınar ve Kardeşi İsmail ile birlikte buluştuk. Bağcılar Belediyesi Muhsin Yazıcıoğlu evinde bir araya geldik. Eskileri yad ettik. Tam kırk beş yıl öncesine dayanan bir dostluğumuz var.
Bir an, yıllar öncesine gittim. 1968 yılında ilk defa İSTANBUL'A gelişimi hatırladım. Sivas'tan, Babamızın demiryolu çalışanı olması nedeniyle; bizlere tanınan ücretsiz seyahat imkanından yararlanarak, tren ile Yaklaşık 27 saatlik bir yolculuktan sonra; İstanbul Haydarpaşa Garına ulaşmıştık. Amma ne yolculuk... Her anı, anlatılabilecek heyecanlarla, yeni tecrübelerle, yeni deneyimlerle, dopdolu olan; bir yolculuk...
Garın, O muhteşem görünüşü; hep aklımdadır. Her inişimde; beni heyecanlandırır. Alır, beni İSTANBUL'A ilk geldiğim günlere götürür. İlk yaptığım iş; Deniz kenarına koşarak, denizi keşfetmek ve hareket eden, vapurların; arkalarından çıkardıkları beyaz köpükleri keyifle izlemek olmuştu. İskeleye yanaşmalarını ve ayrılmalarını seyretmek, ayrı bir tutkuydu.
O Zaman İstanbul'da nüfus iki buçuk milyonun biraz üzerinde idi. O zaman bile; bizim için, çok kalabalık bir şehirdi. Annemin, Babamın hep elimden tutarak; ''Aman oğlum dikkat et, kaybolursun'' Uyarılarını, ziyaretimiz boyu; sıkça duyardık. Çünkü, gerçekten ziyaret ettiğimiz yerler, kalabalıktı. Bazen, bu uyarıların, şiddeti artardı. Eminönü'nün, boğucu kalabalığı, orada olan; Mahmutpaşa'nın, Sebze Halinin ve Sirkeci'de yerleşmiş olan; ambarların sayesinde, çekilmez oluyordu. Şehirler arası otobüsler ve karşıya gemi ile geçmek isteyen araçlar. Gemilerin önünde uzun bir kuyruk oluştururdu. Yoldan geçen omuz atkılı hamalların uyarı mahiyetli haykırmalarını duymaz iseniz; onlardan birinin hışmına uğramanız kaçınılmaz olurdu. Bir an kendinizi yerde bulabilirdiniz.
Boğaz köprüsü yoktu. Trafikte troleybüslerin olduğu zamanlardı. Kimi yerlerde; burunlu Belediye otobüsleri hizmet veriyordu. Karaköy'deki TÜNEL görülmek istenen yerlerdendi. Banliyö trenlerinin kalabalığı anlatılacak gibi değildi. O zamanlar en fazla kullanılan toplu taşım araçları idi.
Ailemle birlikte, Feneryolu İstasyonunun hemen yanında; babamın bir arkadaşının evinde misafir olmuştuk. O, yılların Fenerbahçe semti; gerçekten çok güzeldi. Bahçeli, geniş avlulu yaşanası köşkler... Bahçelerinde her çeşit çiçeklerin olduğu, meyve ağaçlarının, boy gösterdiği; seyretmeye doyamayacağınız bir manzara içerisinde; sıra, sıra köşkler...
O günlerden, bir gün; Ailemle birlikte, Eyyüb semtine gitmeye karar vermiştik. Daha sonraları ilerleyen yıllarda; Şehrimizden İstanbul'a, defalarca geleceğim ve ziyaret edeceğim; Tarihi Haydarpaşa, garının önünden ilk defa vapura binerek; karşıya geçtik. Hala, o vapur yolculuğunda; yaşadığımız şaşkınlığı, hatırlar dururum. Martılar ve vapurun sallanması; unutamadığım, keyifli anlardandı. Eminönü'nden, burunlu bir belediye otobüsüne binerek; içimin, dışımın; birbirine karıştığı, gayet zahmetli bir yolculuktan sonra; Haliç'in kenarından eski yolu kullanarak, Eyyüb'e ulaştık. Oranın manevi havası; yorgunluğumuzu ve susuzluğumu, bize unutturmuştu.
Başka bir ziyaretimiz, Bayrampaşa ve sağmalcılar, civarı olmuştu. O yılların, gerçekliği ile; bu yılların Bayrampaşa'sını değerlendirmek, ne mümkün? Fatih camii ve Sultanahmet Camii ziyaretlerimiz, coşkulu ve heyecanlı idi. O günün bana göre ihtişamlı olan durumlarından bir tanesi; Galata köprüsünün üzerinde yürümek idi. Deniz üzerindeki, muhteşem ve heybetli görünüşlü gemilerin; dikkatinizi çekmemesi mümkün değildi.
İstanbul'un simgesi olan; Kız kulesini, ancak; denizden vapurlarla geçerken görebilmiştik. Henüz deniz kenarı doldurularak; yol olarak, kullanılmıyordu. İlk defa kalabalık bir şekilde; turist kafilesi ile tanışmamız da, bu gezimiz esnasında olmuştu. İstiklal caddesi ve Taksim meydanı, görmek istediğimiz yerlerdendi. Taksimden, aşağıya doğru yürüyerek, inerken; O günkü adı ile, Mithatpaşa stadı solumuzda kalıyordu. Dolmabahçe sarayını, sadece dışarıdan görmemiz bile; hayret etmemiz için, yeterli idi. Tekrar, Üsküdar'a dönüşümüz; çocukluk bakışımıza göre, yarısı suyun içerisinde olan ve beni ürküten motor ile olmuştu. Küçücük motorlar; karşıdan, karşıya taşımacılık yapıyordu.
Üsküdar'dan taksi dolmuş ile varacağımız yere ulaştık. Taksi dolmuşlar o günün vaz geçilmez konforlu toplu taşım araçları idi.
Dönüş günümüzde; Haydarpaşa garından ayrılırken, içimi çok karışık duyguların kapladığından emindim. Belki o gün; İçime bu şehri defalarca ziyaret edeceğim doğmuştu. Gerçekten de benim hayatımın vazgeçilmezlerinden oldu. Bu şehri çok sevmiştim. İlerleyen yıllarımda; Dostlarıma'' Bu şehir için; benim sevgilim diyordum.'' Nasıl demez ki, insan; Yüce Peygamberin övgüsüne nail olmuş, bir şehir. Osmanlının, Dünyaya hükmettiği yılların başkenti... O, nedenle yeri hep ayrıdır... Değeri her zaman fazladır... Cazibesini ve çekiciliğini hep koruyacaktır.
İlerleyen yıllarda İstanbul'a gelip yerleşeceğim ve yerleştiğim semtin BAYRAMPAŞA olması bende ayrı bir heyecan oluşturmuştu. Evladımın gelip İstanbul'da iş bulmaları ve yerleşmeleri bizi de bu şehir taşınmak zorunda bıraktı...
Geçmiş yıllarda İstanbul ile olan irtibatımız hep devam etti. MTTB merkez binası uğrak yerimizdi. Necip Fazıl Jübile gecesi derin izler bırakmıştı...
Sahilde gezinirken uçuşan martılar beni alıp taaa eskilere götürdü. İçimden derin bir ahhh çektim...
Söz şiirin;
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul... NECİP FAZIL KISAKÜREK