Kucağa Oturup Sakal Yolanlar

Alper Duran
Alper Duran
Kucağa Oturup Sakal Yolanlar
12-12-2018

Nankörlük insanın temiz ve naif ruhunu kirleten bir barbarlık hasletidir. Nankör insanlar hiçbir toplumda sevilmez ve bir konuma getirilmez. Zira üzerlerindeki o tiksindirici ve gayr-ı ahlaki durum, aslında onları toplumda hak ettikleri yere indirir ve şayet bu özelliğinden vazgeçmezsen, yani vefa denilen güzel haslete bürünmezsen buralarda sana yer yok anlamına gelen bir hal ile davranılır. Ancak bu durum hakikatli toplumlarda görülür. Birde mevcut durumda işler nasıl, özellikle nankörlerin ve yanardönerlerin konumları ne şekilde yürümektedir sualine ve düşüncesine birkaç kelam edelim

Bir Anadolu tabiridir ?kucağında oturup sakal yolanlar?? İşte bu güruh şu günlerde altın çağını yaşamaktadır. Memleketimiz muhtelif zamanlarda zor günlerden geçti ve bugünkü duruma gelene kadar birçok badireler atlattı. İşte o zor günlerin çilesini çekenler ile bu günlerde sefasını sürenler maalesef aynı kişiler değil. Kişiliklerini duruma göre dizayn eden bukalemun tiplerin şu an itibarıyla keyifleri yerinde ve tekerleri istedikleri hızda ilerlemektedir. Sözleri geçmekte ve kılıçlarının iki tarafı da kesmektedir. Emirleri ferman, hayatları şatafat ve maiyetindeki kişiler açısından konumları kral hükmündedir. Bu maiyetindeki kişilerden bahsetmişken aslında kucağa oturup sakal yolanları bu hale getirenlerin çoğu da maiyetindeki silik ve kişiliksizlerdir. Doğruyu icap eden zamanda kişilerin yüzüne söylemek yerine aman efendim, tamam efendim deyip arkasından dedikodusunu yapan basit ve karakter yoksunlarıdır. Hâlbuki doğru ne pahasına olursa olsun lisan-ı münasiple ifade edilmeli ve taviz verilmemelidir. Karşımızdaki kişi, kafasına göre ve enaniyeti dairesinde hareket ediyorsa; boyun eğmek yerine onunla mücadele edilmelidir. İşte bu tiplere karşı doğru konuşulmadıkça ve yanlışlar ifade edilmedikçe, kendilerini kaf dağında görmeye başlamakta ve güçlülere karşı merhametli, zayıflara karşı ise öfkeli ve zalim olmaktadır.

Bu nankörler bulundukları yere gelmelerinde ki vesileleri genellikle unuturlar. Daha dün hiçbir mücadelenin içinde yer almazken, bedel ödeyenler ile aynı safta hakkı savunmazken ve davanın uzağından teğet bile geçmezken kendilerine verilen bu payeyi şahsi imkânları ve istidatları ölçüsünde kazandığını zannederler. Hayır beyefendi, bu senin çelimsiz karakterinle kazanacağın bir paye değildir. Bu paye yarım asra yakın bir zamanda yapılan mücadelenin dalları ve yapraklarıdır. Hiçbir zaman bu ağaca su vermeyenler şimdilerde meyveleri toplamak adına sıraya girmiş durumdalar. Ancak işin en acı tarafı da kucağında bu nankörleri taşıyan ve zikrettiğimiz davanın çilesini çekenlerin duyarsızlığı ve emaneti ehline vermeyişlerine karşı takındıkları tutumdur. Her bir sakal teli yolunduğunda acısını kucağında oturan kişiden soracağına başkasında arayan ve ?o eski halimden eser yok şimdi? dedirten bu dava erleri, kendilerine büyük umut besleyenleri şaşırtmakta ve sukut-u hayale uğratmaktadır. Çünkü sakalını yolan o nankörler efendim şu kişi sizin canınızı acıttı deyip meseleyi çarpıtmakta ve hedefi saptırmaktadır.  Yarın öbürgün işler bittiğinde ve makamlar tükendiğinde nankörler kucaktan inecek ve o kişiler topluma çıktığında bir bakacak ki, insanların nazarında köse kalmışlar. Sakalları yolunurken tavsiyelere ve uyarılara aldırmayanlar yarın toplumda itibarları tabiri caiz ise köse konumuna düşecektir. Yeniden bir adım atmak istediğinde hep eski hataları yüzüne vurularak itibar kaybına uğrayacaktır. İdare, insanlar için önemli bir sınav sürecidir. Hiç kimse kendisini başarısız ve gayr-ı adil görmez. Ancak halkın gözü terazidir. Toplumun ekseriyeti şayet bir mesele üzerinde ittifak etmişlerse onun doğruluk payı yüksektir. Onun için nankörlere birkaç fırsat verilebilir, ancak onları ısrarla bir kambur gibi taşıyanlar bedelini ağır öder.

Peki, kimdir bu nankörleri ısrarla kucağında taşıyanlar. Devlet yönetiminin en üstünden tutunda aşağıya kadar birçok kurum ve kuruluş maalesef bu hasatlığa yakalanmış durumda. Sadece kurumlar değil sivil toplum örgütleri ve gönüllü ve manevi hareketlerde zaman zaman böylesi durumda debelenmektedir. Unutulmasın ki yönetim bir keyfi tatminlik değil emanettir. Emanete nankörler vasıtasıyla hıyanet edenler ise iflah olmazlar.

Biz hak için mücadele etmemiz gerekirken, kazanmak üzerine kurgular yaptığımızda tabiri caiz ise hanedanlık fazla sürmez. İşte sonuçta hem imkânlar elimizden gider hem de temsil ettiğimiz misyonumuzu yerin dibine sokmuş oluruz. Hâlbuki mücadelemizi doğru kişiler ve doğru yöntemler ile verdiğimizde kaybetsekte kazananlardan oluruz. Zira bu bir peygamberi yöntemdir. Peygamberler ve dahi Peygamberimiz (sav) asla nankörleri ve münafıkları sırtlarında taşımadıkları gibi onlara asla bir paye verip şan ve şöhrette kazandırmamışlardır. Süreç içerisinde nefsine uyup yoldan çıkanlara karşı da gerekli tedbiri gecikmeksizin almışlardır.

Hülasa, kedilerin nankör olduğunu söyleyenler, şu günlerde yaşayan bazı zevatı tanımış olsalardı belki bu tespitlerinden vazgeçerlerdi. Her türlü nimetten faydalanıp, kapalı kapılar ardında emdikleri süte göre hareket edenlerin maskelerinin kısa zamanda düşeceği gün yakındır. Çünkü vakit bizim en iyi dostumuzdur. Sabredip o vakti bekleyince her şey ayan beyan görülecektir. Ancak bu süreçte bu nankörlere karşı elimiz ve kolumuz bağlı durmamızda mümkün değildir. Sonuna kadar mücadele etmek şarttır. Çünkü hayat mücadele ettikçe anlamlı ve kutsaldır.

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?