İnsanlar arasındaki ilişkileri en iyi şekilde belirleyen ve ona göre kurallar koyan şüphesiz Yüce Dinimizdir. Sosyal hayata ait kurallara baktığınız zaman; bunu açıkça görebilirsiniz. İnsan hakkının korunması önceliği teşkil eder. O hakkı yok saymak; affedilmeyen suçlardan birisidir. Hatta, bir insan bilerek ve isteyerek, kendi serbest iradesi ile; bir başkasının hakkını ihlal ederse; o ihlal, kul hakkı olarak tanımlanmıştır. Ancak, kul kendi rızası ile bir başkasına hakkını helal edebilir. Yüce Rabbım´ izin kesinlikle yasakladığı ve affetmediği bir suçtur. Bu kadar insan hakkına değer veren, Bir Dinin mensupları olarak bizler ise; hem genel manada, hem kişisel anlamda kul haklarına yeteri kadar dikkat edebiliyor muyuz? Bu açıdan baktığımız zaman; işimizin pek kolay olduğu söylenemez. Hele cehaletin biraz daha yaygın olduğu bölgeler de; bu daha ayan, beyan ortaya çıkmaktadır.
Dini vecibelerini yerine getirdiğini söyleyen bir kişi; kaçak elektrik, kaçak su kullanabiliyorsa; onun Dini vecibeleri, yerine getirmedeki; hassasiyetini gözden geçirmesi gerekmektedir. Öyle bir davranışta bulunduğu zaman, kul hakkını yediğini algılamamıştır. Kul hakkı ağır bir haktır. Devletin, malını bile, bile yemek de; kul hakkına girmektedir. Hatta, bir kişiye karşı olan sorumluluğunuzu, ondan gidip helallik alarak telafi edebilirsiniz. Ancak, söz konusu Devlet malı olunca; bunu nasıl telafi edeceksiniz? Binlerce kişinin hakkı söz konusudur.
İnsanların rızası olmadan, onların arkasından olumsuz şeyler söylemek, yanlıştır. Eğer, bir kasıt söz konusu ise; vebaldir?
Sosyal hayata ait öyle kurallar vardır ki; insanımızın o işleri yaparken çok ciddi olarak düşünmesi gerekir. Yapılan hatalardan, Dedikodu, yalan, iftira, yetim hakkı, gıybet, haset, kıskançlık, hırsızlık? Bütün bu hatalar toplumun dengesini bozmaktadır. Moda tabirle toplumun kimyasını bozmaktadır. Kısacası yaşanan, her olumlu kural toplumun temellerinin çok iyi şekilde atılmasının, teminatıdır. Siz, bu sayılan kurallardan birini önemsemeyerek, Dini vecibelerinizi yerine getirseniz bile; bir yerlerde bir şeyler eksik yapmaktasınız, demektir. Yüce Rabbim bu eksikliklerin toplumun içerisindeki birlik ve düzeni bozacağından dolayı ağır şekilde yargılanacaklarına dair, emir ve yasaklar göndermiştir. Bu yasaklar, emirler uygulanınca toplum daha bir huzur, daha bir emniyet içerisinde hayatını devam ettirir. İnsanlar arasında barış ve güven duygusu yayılır. Kimsenin gözü kimsenin malında, canında, namusunda olmaz. Cezalar, çok ağırdır. Komşuluk ilişkileri o kadar önemlidir ki; Hz. Peygamber: ´´Nerede ise; Yüce RABBIM komşuyu, komşuya mirasçı kılacak zannettim´´ diye bir konuşmasında belirtmiştir.
Bu kadar öneme haiz olan ilişkiler yumağının günümüzdeki görünümü, hiç de hoş değildir. O nedenle yardımlaşma, paylaşma, birbirimizin derdi ve sevinci ile hemhal olma özellikleri toplumdan yavaş, yavaş kalkmaktadır. Toplumun temel taşlarını oluşturan bu kuralların ne yazık ki; bir denetleyicisi; bir, caydırıcılık mekanizmasını, oluşturacak bir kurum veya kuruluş da günümüz dünyasında yok gibidir. İnsanlar aileden, çevreden, eğitim kurumlarından aldıkları bilgiler ve terbiye ile bu hareketlerini düzenlemektedirler. Hatta kimi zaman, yanlış olan; bu insani ilişkilerin, yapılmasına yönelik teşvikler olduğuna şahit olduğumuz durumlar olmaktadır. Küçücük bir yalandan ne çıkar! Bu da suç mu? Sayılır, hele yaşı küçük büyüyünce terk eder, küfür demi suç? Böyle küçücük hatalar, insan hayatına bir nevi girmeye başlarlar. Zamanla daha da ilerleyerek, hastalık haline gelirler. Üstelik ulusal anlamda yayın yapan TV kuruluşları; bu basit gibi görünen aslında toplumun temel dengesini bozan bu suçları; alenen teşvik etmektedir. Ortaya çıkardığı tehlikelerden haberleri olmasına rağmen; ısrarla aynı hataları yaparak, toplumun kimyasını bozmaktadırlar. Sonra da, bu hatalar, alışkanlık haline döner.
Zamanla da; bu hareketler, toplumda kusur, hata ve günah olarak algılanmaktan uzaklaştırılmış olur. Toplum hayatı için; çok önemli olan bu tavır, davranışlar günlük hayatımızda, sıradan olaylar olarak kabul edilmeye başlanır. İşte, toplumun bitmeye başladığı zaman; bu hataların yaygınlaştığı zamanlardır. Sonuçları ortadadır. Şiddet, kavga, cinayet, güvensizlik, alır başını gider?
İlahi mesajın, insana yönelik olarak; Allah´a ibadet etmek kadar önemli olan insan davranışlarının korunması için; sürekli uyarılarda bulunduğunu görmekteyiz. Hedeflenen, yaşanması istenen hayat tarzında; öncelik, insan mutluluğudur. Öyle bir hayatta: Yaradan´ ın en şerefli olarak yarattığı insan, en güzel davranış ve tavırlarla, daha şerefli ve daha gıpta edilecek bir varlık olur. İşte o zaman özlenen barış, huzur, güven ortamı oluşur. O nedenle Yüce Peygamber ?´Müslüman elinden, dilinden kimsenin rahatsız olmadığı kişidir.´´ veya ?´Kendin için istediğini, Müslüman kardeşin için istemediğin müddetçe; kamil imana erişmiş sayılmazsın.´´ gibi uyarılarda bulunmuştur.
Sokaklarda terk edilmiş çocuklar, evsiz, barksız insanlar. Açlıkla imtihan olan insanlar. Kimsesiz olarak hayatını yaşamaya terk edilmiş insanlar, Terk edilmiş Anne ve Babalar, kısacası tüm değer yargılarının alt, üst olduğu hayat tarzımız, bizleri üzmektedir. İşte küçük yanlışların, bizi nerelere getirdiğinin, bir sonucudur. İnançları güçlü olan, bir toplumun; manzarası, böyle olamaz? İnsan yükünü taşımak, kolay bir iş değildir. İnsan yükü, Mukaddes bir yüktür. Taşımaya gayret edenlere, selam olsun...
İnancımız ve ibadetlerimiz; bizi insan haklarının korunmasına yönelik olan, hassasiyetimizi, kontrol ettiremiyorsa; kendimizi test etmemiz gerekir. Allah inancı, bu tür hataların yapılmasını önlemelidir. İnancımızın, temel amacı; Dünyada Müslümanlar ve insanlar arasında barış ve huzuru sağlamak olmaktadır. Bu ortamı sağlayacak en önemli dayanağımız; insanın, insan haklarına saygı göstererek; bu saygı sayesinde toplum barış ve huzurunu temin etmesidir. Yolumuz ve amacımız bellidir. Hata edenler, her alanda kendini sorgulamalıdır. İnançlı bir insan; bu tür hataları yapamaz, yapmamalıdır?
O nedenle; yaşadığımız hayatta; kul hakkına dikkat etmek, imanımızın ve inancımızın gereğidir? Bu böyle biline?