Mihenk Taşı

Alper Duran
Alper Duran
Mihenk Taşı
23-12-2020

İnsanoğlu, istilaya uğramış fıtratı gereği, ekseriyetle kötülüğü konuşmakta ve sürekli yayılmasına sebebiyet vermektedir. Bu yüzden ye´se düşüp me´yus olanların sayısı bir hayli fazladır. Ancak bazı kimseler hissetmese bile, bu memlekette güzel rüzgârların esmesi için sayısız amiller vardır. Karamsarlık balçığına saplanmış olanlar, sanki dünyanın her ferdinde, her olayında ve her anında büyük bir çöküntü varmış gibi şayia koparmaktadır. Evet, bugün dünyamız güzelliklerle dolu olmayabilir, lakin kötülüğü her alana teşmil edip, hiçbir surette hüsn-ü halin olmadığından ve dahi olamayacağından dem vurmak, insafsızlık olur.

Mazinin, şimdinin ve atinin hisselerine, kimileri kendi gözüyle, kimileri başkalarının gözüyle ve kimileri de kalbiyle bakar. Kimisi tez canlı, kimisi miskin ve kimisi de mutedilce bakar. Kimisi doğuya, kimisi batıya ve kimisi de dört bir yana etraflıca bakar. Asıl mesele bezgin ve bedbin bir hissiyatın ruhuna yenik düşüp düşmemektedir. Bazı karakterler vardır ki, şefkatin başını okşamak yerine, fitnenin karnını deşmektedir. İşte o zaman dünyanın soluk borusu tıkanmakta ve umut pencerelerine simsiyah perdeler inmektedir. Yaralara merhem sürmek yerine, her defasında kanatıp tuz basılmaktadır. Bu sebeple, ellerini mütemadiyen semaya açan bir geleneğin anlayışı, elleri böğründe kilitlenmiş durumdadır.

Korkuya yenik düşmüş telaşın görünmeyen boşlukları vardır. Bu boşluk, her türlü varsayımı ve dedikoduyu içinde barındıracak bir yapıya sahiptir. Renksiz ve paldır küldür dokusuyla mercandan yapılmış köşkleri taşlatarak tahrip ettirebilir. Nice şayan-ı hayret edilen vakıaların, büyük bir vecd ile müdafaa edildiği görülmektedir. Akıl tutulmasının bile aciz kaldığı tuhaf olayların içinde, anlam kargaşasının hüküm sürdüğüne şahit olmaktayız. İnsafa patinaj yaptırıp, seherin yüzüne balçık sürenlerin gelişmesi, büyümesi, yükselmesi ve yücelmesi, sıradan bir olay haline gelmiş durumdadır. Her sözde bir çam deviren ve nefesi leş kokanların, aydınlık nutuklar ile tatlı dil konferansları verdiği zamanlardayız. Öyle bir dönemdeyiz ki, çığlık çığlığa insan onurunun doğrandığı sokaklarımızda, ölüm yelleri dolaşırken, biz az pişmiş etlerin ifşa edildiği fotoğrafların beğenilmesinin peşindeyiz. Kızıl uğultular, her yanı gürültüye boğmuş ve burcu burcu çiçeklerimiz sonbaharın tükenmişliğine terkedilmiştir.

Bunca ötekileştirme, hunharlık ve canilik kol gezerken, bize merhem ne ola ki? Dünyanın tansiyonu dengesizce fırlamışken, beyaz bir istikbal kabil midir? Çare; elbette her zorluğun ardından bir kolaylığın ilan edildiği ilahi yankının künhüne ilişik kalmaktır. Bu çıkar yol, korku ile ümit arasındaki ince çizgide, muvazeneyi kaybetmeden yol almaktır. Zira unutulmasın ki, bir hanede, bir belde de veya bir memlekette; Kur´an okuyan anneler var oldukça, Ayasofya özgür olacak[1], Kudüs hürriyetine kavuşacak ve Doğu Türkistan tepelerinde bağımsızlığın sancakları dalgalanacaktır. Çarşıya bir soluk gelecek, hayatımıza iz´an hâkim olacak ve dilimiz ıvır zıvır özentilerden kurtulacaktır. Kur´an okuyan anneler var oldukça, umudumuz sarp dağların zirvesinde kardelen halesi açacak, yeniden Yusuf Has Hacib´in ve Yunus´un temiz Türkçesiyle lisanımız üzerine çöken hayaletler silinecektir. Tarihimize çullanmış izmihlal lekeleri, pılını pırtısını toparlayıp vatanımızdan ve dimağımızdan uzaklaşacaktır. Umut, bizim izzetimizin anahtarını derin istikbalimizin kapısına getirecektir. Canavar sistemler, ağzını açıp bizi yutmak istese de, yıllardır boğuk ve hışırtılı çıkan sesimiz, billur kıvamına yükselecektir. Yeniden bir fincan kahvenin kırk yıl hatırının olduğu günler gelecek, güneşin şuaları renk ayrımı yapmaksızın her ferdin yüzüne müsavi pırıltılar yansıtacaktır.

Kalemler umuda yöneldikçe, idrakimizi ele geçiren sekerat uykusu dağılacak, sabahın nuru ile izzet günlerine adım atılacaktır. Çünkü bizim anlımız, seher vakti neşet eden umut ışığının nişanesine meftundur.  Kudret helvası yerine, soğan sarımsak isteyenlerin, şu dünyayı topaç gibi döndürmeleri son bulacak ve çıngıraklarıyla secdelerimizin huşuunu bozan ihtirasları sürgün edilecektir. Kafeslere kilitlenmek istenen vicdanımız, aşkar üzerinde dörtnala ötelerin kokusuna koşacaktır. Hümâ kuşu ve Zümrüdüanka, umudumuzun kanatlarını takip edecek ve müstebitlerin zindanları, nemrudun ateşine direnen gül bahçelerine dönüşecektir. Ancak, korkuları da, her daim heybemizin bir cebinde saklı tutacağız. Bu bizim hazine haritamızın hayati işaretidir. Umudumuzun dengesi ve nakışlarımızın kanaviçesidir.

Korku ile umut arasında yaşamak, ulvi bir hayat tarzıdır. Çünkü korku, tünemiş sükûnetimizi fiiliyata geçiren hünerli bir nimettir. Düzensizliğimizin kontağını çevirerek hareket kabiliyetimizi cesaretlendiren ilahi bir lütuftur. Işığın kadrini bildirmek için karanlığı gösteren ve sadece bilenlerin gördüğü nasihat röntgenidir.

Korku ve umut mihengi, taassuptan uyanıklığa giden yaldızlı mücadele? Zamana giydirilen usturuplu elbise? Meçhulden maluma yönelen kanaat? Birde vecd ile yapılan duadır?

(Bu yazı Ayasofya Camii Kebir´in yeniden ibadete açılması öncesi kaleme alındığından dolayı, yazının insicamının bozulmaması için çıkarılmamıştır.)


 

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?