Misket

Alper Duran
Alper Duran
Misket
30-09-2020

Allah bizi mükemmel bir şekilde yaratmasına ve arz ile arş arasındaki tüm nimetleri istifademize sunmasına rağmen, bizden çok şey istemedi. Biz kendi hayatımızı sıkıntıya ve zora soktuk. Sonrasında bin bir türlü eza ve cefa içinde, kan ve gözyaşı içinde, haset ve fesat içinde debelenip durduk. Ve dahi aynı keşmekeş içinde birbirimizi yemeye devam etmekteyiz.

Hâlbuki insana temiz bir kalp, temiz bir çift göz ve temiz bir rızık yetmekteydi. Kanatlanmamamıza, katmerlenmemize ve devleşmemize hacet yoktu. Önce kendimizi anlamaya ve düzeltmeye ihtiyacımız vardı. Bunun yerine başkalarının bizi anlamasını bekledik ve kendimizden başka herkesi düzeltmeye koyulduk. Bazen insanlık tarihinin kardeş katliyle başlamış olmasını, çok mu düşünüyorum diye kendimce bazı yakınmalarım olmuyor da değil. Buna bir çözüm bulmak, ya da sonuç çıkarmak için belleğimde gezdirmiyorum. Lakin aydınlanması gereken bazı noktalar var sanki. Sanki buraları fehmettiğimizde, uzaklara kaçmış olan insanlığımız ve delikanlılığımız yeniden yanımıza gelecek. Belki kuşlar öylesine uçmayacak ve uçurtmalar mavi gökyüzüne daha yürekli çizgiler çizecek.

Hafifçe yutkunmaların fersizliğinden midir, bazen loşluğun perdesi zifri karanlığa bürünmektedir. Bir şey için varolmak varken, çok şey için bir şeyin varlığını ezenler, çoğunluk haline geldi. Bize adam olmak gerekliydi ezilip büzülmeden, onu da ucuza satıp iflas bayrağını çektik. Delikanlılığı müflis olmamışlar bile, maalesef adamlığı bitirmişler kadar gündemimize girmedi. Rengârenk hakikatler yerine, karanlık uğultuların riyasetinde yol almaya çalıştık. Pazarda parmaklarımız çürüğe çalışırken, çiftçinin emekleri yüksek sesle bağrışmalara kurban gitti. Lıkır lıkır içtik soğuk ya da sıcak ne varsa. Sormadık kaynağı nerden gelir diye. Vargücümüzle çektiğimiz kürekler, bizi gıdım gıdım dahi ilerletmedi. Zira biz avare ve perişan bir yolun müptelasıydık. Falanca makam, filanca mevki ya da feşmekân kurumun ihalesi için güçten ve kuvvetten düştük. İlk lokmanın ve düşüncenin çıtırtısı beynimizi sarsarken, sonrasında düz bir yolda yürür gibi ilerledik. Kerpiç evlerimizde yükselen huzur ya da sevimli muhayyilemiz, dumanlı ilişkilerin neticesinde villalara dönüşürken, döner koltuklarımızda günde kaç defa dönekliğin bile cılkını çıkardığımızı hesaplayamadık. Kulaklarımızın çınlayışına kulak asmazken, uyurgezer soylular gibi endamlı cakalar sattık. Bizim arsada eşekler anırırken bülbül, karşı arsada bülbüller öterken merkep sesi işittik. Neydi bu üstümüze yapışıp kalkmayan kasvetli sır.

Biliyorum yarın yine pencerenin kenarından bakan teyze de, tomar tomar kâğıtlara imza atan amirlerde ve nefes almaya çalışan çocukların talihi de değişmeyecek. Biliyorum, üstümüzde iğreti duran kırışık hallerimizi terk etmeyeceğiz. Yine feda edeceğiz, yuvarlak bir dünya için dört dörtlük ve dört köşeli değerlerimizi. Kimine gerdan kırmaya ve kimine de burun kıvırmaya devam edeceğiz. Ölüm gelip çattığında, ya da elden ayaktan düştüğümüzde anlayacağımız hırpalanmış vakitlerimiz, bize acı acı gülümsediğinde, varsa ve kaldıysa vicdanımızın acılarının çatırtıları semalarda yankılanacak. Dönüp bön bön bakmak durumunda kalacağımız misket ruhlu seciyemiz, dönmeye takati kalmadığı zaman, titreyen dudakların beyhude yakarışlarına birkaç damla gözyaşından başka merhem süremeyeceğiz. Zira gün bitmiş, zaman geçmiş ve fırsatı nasibe dönüştürememiş bir mazi hurdalığının sahibi olacağız.

Gücün karşısında eğilenler, hep fiyakalı bir umudun hayalini kurar. Ancak bayağıların bayağılar nezdinde bile değeri yoktur. Sadece kullanılmak için muhatap olunur ve sonrasında bozuk para misali? Kapıların söveleri bile daha dik duruyor şu zamane insanoğlundan. Cicilerini giymiş bir çocuk kalmak istiyor şimdi miskete dönüşmeyi reddeden birkaç garip. Hâlbuki birileri silkinse, kamburumuz azalacak ve şaşalı dünya düşleri, gerçeğin yoluna girecek. Olur mu böyle bir hayat diye düşlerken, ?cık? diye bir ses işitiyorum ve susuyorum?

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?