Safları Sık Tutalım

Alper Duran
Alper Duran
Safları Sık Tutalım
03-04-2019

Safları sıklaştırma zamanıdır. Emanete sahip çıkma ve bu amaneti yaşatma zamanıdır.

Teşhis?

Tarihte toplumların hayat serüvenlerine bakıldığında, bazı kırılma noktalarını müşahede ettiğimizde hayrete düşer yahut büyük bir üzüntüye kapılırız. İyi analiz edildiğinde de, bunların seri bir şekilde yanlışlıklar zinciri sonucunda meydana geldiğini görürüz. Hatalar silsilesi sonucunda mağlup olmak ve çöküş yaşamak kaçınılmazdır. İlahi bir kaide olarak verilen nimetin kıymeti bilinmediğinde o nimet alınır ve yeni bir hikmetin tezahürü için başkasına verilir. Kanaatimce Türk milleti ve Türkiye bu durumun eşiğine gelmiştir. Dikkat ediniz eşiğine gelmiştir diyorum, yani her şey bitmemiştir. Yanlışlıkları düzeltmek için zamanımız var demektir.

Peki, elimizdeki bu nimeti nasıl kazandık ve şu an ne durumdayız diye bir sualin kanaatimce cevabı şudur. 1950 seçimlerinde alınan başarı ve cesaret ile 1960´lı yıllarda başlayan siyasal İslam hareketi, zaman zaman söz sahibi olsa da, yarım asırlık mücadelesinden sonra 2000´li yılların başında büyük bir teveccühle iktidar olmuştu. Son iki asırdır yaşanan olumsuzlukları bertaraf etmek yeniden bu topraklarda eski şan ve şöhreti adalet, tevazuu, hakkaniyet ve insanlıkla teşkil etmek üzere; umutlar güçlenmiş ve yeniden bismillah anlayışıyla herkes üzerine düşen vazifeyi yerine getirmek için bir heyecan başladı. Ulvi ideallerle yetişen ve her geçen gün bir yandan iyi ve güzel icraatlara imza atan milli ve muhafazakârlar, bir yandan da iktidarın nimetleri karşısında hızla erimeye ve bozulmaya başladı ve hakkaniyetli insanların tenkitlerine karşı da, kendilerine zaman zaman inanılmaz savunma mekanizmaları oluşturdular. Sanki o karanlık günler hiç yaşanmamış gibi bir güç ve saadet sarhoşluğuna kapılıp, lale devrinin keyfi içinde değerler unutuldu, heyecan azaldı, ilgi ve alaka yön değiştirdi ve sonuçta uçurumun eşiğine gelindi.

İktidarın gücü mütemadiyen hakkı ve hakikati yükseltmesi gerekirken bazen dostlukları ezmeye, bazen liyakatin kanadını kırmaya, bazen adaleti ağlatmaya başlayınca hakiki vatanperverler telkinleri ile bu gidişin doğru olmadığına dair görüşlerini iletmişlerdir. Ancak eskilerde olmayıp, bu iktidar süresince türeyen ve kıraldan çok kıralcılar olarak tanımlanan bazı tipler, en önce bu insanların üzerine çullanarak, bu süreçte kazanılan televizyonlar, radyolar, gazeteler ve makam ve mevkilerle dost acı söyler anlayışını, düşman ve hain olarak yorumlamışlardır. Öyle bir hale gelinen zamanlar oldu ki, aklı yettiği halde yanlışlıkları bizatihi gördüğü halde sırf dava zarar görmesin diye konuşulmadı ve görüş bildirilmedi. Ancak bu davanın çilesini çekmeyen ve sonradan türeyen iktidarın şımarık çocukları, asla dava bilinciyle hareket etmediler. Arsalar, ihaleler, rezidanslar, araçlar, haksız ve liyakatsiz atamalar aldı başını yürüdü. Bunların yanında mücadeleye samimi olarak inanmışların büyük gayretleri ve önemli hizmetleri, vatandaşları tereddütlü de olsa Müslümanların iktidarını desteklemeye yöneltmeye devam ettirdi. Ancak bu aziz milletin tepkisini çeken işler hakiki hizmetten daha fazla göze batınca insanımız haklı olarak iktidarı uyardı ve aklını başına alması konusunda elinde ki gücü gösterdi. Lakin köklü ıslahatlar yerine, aynı Osmanlı Devletinde ki gibi zaman zaman ve belli konularda ıslahatların yapılması, sorunu ortadan kaldıramadı.

Nimet verilen daha çok isterken, görev verilmeyen küstü ve hatta bazıları düşmanca davrandı. Yarım asırlık mücadele ile kazanılan bu durum maalesef çeyrek asra bile gelmeden çatırdamaya başladı. Anadolu insanı aslında çok şey istemiyordu. İş, aş, adalet, inanç özgürlüğü ve insanlık? Büyük evler, yurt dışı seyahatleri, lüks araçlar, daha çok kazanma hırsı, eskiden küfredip yenilerde prens olma, çarpık ilişkiler vb işler Anadolu insanının dünyası dışında olanlardı. Ve yöneticilerinden de istedikleri yine adalet ve hakkaniyetti. Bu denli az bir şeyle mutlu olacak aziz milletimizi tatmin edemeyen sözümona bilemem kaç yabancı dil bilen, stratejist, afili sözler eden, daha kendi eğitimini, sanayisini, tarımını kâğıt üzerinde bile bir türlü oluşturamayan egolu bürokratlar ile ancak bu kadar yol alınabildi? Makam odaları ve araçları yüzünden bile birbirleriyle tartışan ve küs gezen onlarca bürokrat ile ancak bu kadar yürünebildi? Evinde sabah kahvaltısı hazırlatamayıp ama işyerinde aslan kesilip mevkii ile milleti azarlayan, ezen ve küçük gören, bununla birlikte küçük bir görev değişikliğinde bile anında hükümete sırt çeviren bürokrat, teknokrat ve diplomatlarla ancak bu kadar gidilebildi? Üretmek yerine farklı yollarla zengin olmanın peşine düşen işadamları ile ancak bu kadar yol alınabildi? İstediği yere aday gösterilmediği an hemen küsen, mücadeleyi bırakan ve belki de aleyhe çalışan siyasetçilerle ancak bu kadar kazanılabildi? Burada ifade ettiklerim bir sitem veya küskünlük değil; meselenin anlaşılması açısından durumun manzarasını gözler önüne sermektir. Yani doğru tedavi için doğru teşhisi koymaktır. Peki, ne yapmalıyız.

Tedavi?

Sayın Cumhurbaşkanı ve onun gibi mücadelenin çilekeş insanları her geçen gün gözümüzün önünde azalıyorken hiç bizden olmayan, ama nasıl oluyorsa bu mücadelenin önemli şahsiyetleri haline gelen bu hormonlular bir şekilde çoğalmaktadır. Bize ham değil has neferler lazımken; çarpık ilişkilere kurban edemeyiz mücadelemizi. Senin yüzünden, şunun yüzünden, şu konuşmadan bu hareketten dolayı zayıfladık mı diyeceğiz, yoksa silkinip kendimize gelip yeniden şahlanışın mücadelesini mi vereceğiz. Tabi ki bize cehd etmek yakışır. Eksikliklerimizi bir bir görüp onları tamamlamak yakışır. İnsanımız üzerine düşen görevi yaparken asıl irade sahipleri de kendine çeki düzen vermeli ki, bu durumdan hayırlısıyla çıkalım. Öz eleştiriyi kendi içimizde arayalım, başkasının nasıl hareket etmesi gerektiği hastalığını bırakalım. Biz doğruları yaptığımız müddetçe insaf ehli her daim bizimle olacaktır. Yoksa şu parti şöyle yapmalıydı, filanca grup böyle hareket etmeliydi, şu şehir tavrını böyle almalıydı vb sebepler bizi sonuca ulaştırmaz. Bir kendi eksikliklerimizi tamamladığımız zaman ancak bu şahlanış yeniden başlayacaktır.

Safları sıklaştırma zamanıdır. Emanete sahip çıkma ve bu amaneti yaşatma zamanıdır. Ancak yine tek taraflı değil, herkes bu yolda azmetmeli ve kendine çeki düzen vermelidir. Kardeşlik hukukunu yeniden tesis edip, meseleye partizan nazarıyla değil, vatan kardeşliği ve İslam kardeşliği nazarıyla bakılmalıdır. Milli ve insani davayı bilen, içinde bu davanın heyecanını hisseden ve bu anlayışla hayatını düzenleyen dava erlerine yetkiler verilmelidir. Sürekli dillerde sarf edilen sözleri yeni dönemde icraata dökme zamanıdır. Hayata mana katma ve bu manadan hayat bulma zamanıdır. Hakikat ehlinin yaptığı özeleştirileri hemen düşman sözüymüş gibi değil de; dostun güzel telkini olarak algılayalım?

Moralleri ve duruşumuzu sağlam tutalım. Bu yaşanan aksaklığı Uhud ve/veya Huneyn Savaşı gibi görüp ona göre dersler alalım. Devletimizin ve davamızın yanında olalım. Sırf Allah rızası için?

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?