Vazife Bozgunu

Alper Duran
Alper Duran
Vazife Bozgunu
07-02-2019

Memurluk, devletimizin en kutsal vazifelerinden biridir. Ben de bunu öyle görüyor ve öyle davranıyorum. Devlet emanet olarak, işlerini memurları eliyle yürütür ve aynı zamanda kendini temsil etme görevini verir. İnsanlar hangi tavırdaki bir memurla karşılaşırsa, kafasındaki devlet algısı da o meyanda şekillenir. Onun için her kademedeki memurlar devletin bizzat temsilcisi sayılır.

Devletin memuru olmak mühimdir. Zira beytülmal ona teslim edilmiştir. Tüyü bitmemiş yetim hakkını korumak ve kollamak gibi ulvi bir vebali vardır. Aklını, vicdanını ve devletin ahkâmını kullandığı müddetçe iki cihanda aziz ve kıymetli olması kuvvetli bir hakikattir. Bizim devlet geleneğimizde de memurluğunun bir karizması, halk tarafından saygınlığı ve uzun bir süredir tercih edilen bir tarafı vardır. Vezir Nizamülmülk´ten tutunda nice Osmanlı sadrazamlarına, paşalarına ve devletimizin mümtaz görevlilerine kadar birçok şahsiyet alicenaplığı, hak ve hakikate olan sadakati ile daima bulundukları görevlerden şan ve şöhret almak bir kenara dursun, makamlarına şeref katmışlardır. Bununla birlikte görevini kötüye kullanan kişilerde var olmuş, ancak hiçbiri hayırla yâd edilmemiştir.

Süreçler devam ederken Osmanlı´nın yıkılışı ve yeni Türkiye´nin kuruluşu ile yavaş yavaş başlayan ve hızla devam eden toplumsal değişim ve dönüşümler dolayısıyla, milli ve muhafazakâr olarak kendilerini tanımlayan ve mütedeyyin bir hayat süren kişiler, bu yeni sistemde bırak görev almayı, bazen hizmet bile alamamışlardır. Yeni sistem, belli kalıpları yücelten ve yükselten bir anlayışın yanında; bazı hususları da tarihi ve kutsi tarafına ve mazisine bakmadan tenkit eden bir fikriyat içerisinde ilerlemekteydi. Buna karşı çıkmak yahut farklı fikir zikretmek ise tehlikeli sayılmakta, belki de zindanlarda sonuçlanmaktaydı. Ara ara nefes alınan vakitler olsa da umumi manzara hep aynıydı. Tek parti rejiminden sonra darbelerin arasında zaman zaman muhafazakâr zihniyet siyaset yapmaya çalışsa da, rejim zihniyetinin değirmeninde un ufak olmaktan kurtulamadı. Özellikle yetmişli ve seksenli yıllarda muhafazakâr insanların siyasetle birlikte dernek ve vakıflar marifetiyle milliyetçi ve muhafazakâr bir gençlik yetişmesiyle, ibre de hareketlenmeler başlanmış ve doksanlı yıllarda bu nesil birçok engelleme ve ötekileştirmeye rağmen devletin bazı konumlarında kendilerinde yer bulmayı başarmışlardır.

Özellikle doksanlı yılların sonlarına doğru bu nesil ayakları yere basan fikir ve projeleri konuşmaya başlayınca, irtica safsatası ile hem birçok memur görevinden alındı, hem birçoğunun geleceğinin önündeki set çekildi, hem de yeni gençliğin üniversite hayallerinin kolu ve kanadı kesildi. Üniversitede okuyanları da istibdat ve zorlama ile tıpkı tek parti rejimi zamanında olduğu gibi ya şu şekilde yaşayacaksın, ya da kamu alanının dışına çıkacaksın denilmeye başlandı. Seksenli ve doksanlı yılların yetişmiş nesli iki binli yıllarda iktidara gelince, onlarca yıllık hasret, engelleme ve adaletsizlik şükürler olsun azalmaya başladı. Bu dönem içerisinde de ehliyetsiz ve liyakatsiz birçok kişi mühim yerlerde vazife aldığı gerçeği ile birlikte yazımıza konu olan insanlar da yavaş yavaş muhtelif görevlere gelmeye başladı. On yedi yıldır iktidarda olan fikrin siyasi faaliyetler ve icraatları bizim konumuzun ve genel bakış açımızın dışındaki işlerdir. Lakin memurluk müessesesi açısından bu dönemi ayrıntılarıyla değerlendirmemiz icap eder. Çünkü kendisini hak ve adalet dairesinde iyi yetiştirmiş birçok insan, bu dönemde almış olduğu vazifeleri kat be kat üstüne koymak yerine bozulmaya, değişmeye ve dönüşmeye başladı. Birçok kişi, devlet dairesinde meramını anlatamazken bugün yüksek mevkilerde devleti temsil eder hale geldiler. Giydiği elbiseleri, oturduğu evleri, bindiği arabaları ve takındıkları tavırları birçoğunun normalin üzerinde değişmeye başladı. Elbette ki insanlar kazandıkları paralarına göre ve bulundukları ortam ve konumlarına göre meşru dairede değişimlerim içerisinde olmaları doğaldır. Ancak dün babasının ayağı çarıklı diye hırpalanırken bugün maalesef kendisi bir üst çarkıfelekte dönmek için karakterini hırpalamaya başladı. Dün meydanlarda hakkı haykıran gençlikten bugün konumunu muhafaza etmek için yalakalık yarışına giren yetişkinler türedi. Dün davası için malını ve canını feda etmekten çekinmeyenler, bugün dava adı altında malına mal katar bir düzen kurma telaşına girdiler. Dün görev istenmez verilir diyenler, bugün yeni bir vazife için onlarca kişiye dil dökmekten, kuyruk sallamaktan ve kapı kapı gezmekten geri durmaz hale geldiler.

Peki, bu insanları bu denli değiştiren neydi. Aynı kişiler dün bahadır tavırlarla ulvi hedefler için mücadele ederken, bugün düştükleri bu durumun izahı nasıl açıklanabilir. Şu an inanın özellikle orta ve yüksek mevkilerde bulunan bürokratların birçoğu, kendilerine verilen nimete şükretmek yerine daha iyisi neden olmadı diye devlete karşı homurdanmaktadır. İşin daha vahim tarafı, onlarca maskeyi de yüzlerinde aynı anda taşıyabilmektedirler. Bu durum sadece insanların değişimi ile izah edilemez. Çünkü toplum ve yönetim anlayışı ile de doğrudan alakalıdır diye düşünüyorum. Yoksa yürüyen bir evliyadan rüşvet pazarlığı yaptıktan sonra kahvesini besmele ile içen bir bürokrat tiplemesi hangi değişimin ve tekâmülün izahı olabilir. Bu gidişatı iyi analiz edip sebepleri acilen kurutulmalıdır. İnsanların bu nedenlerden dolayı sözleri ve söylemleri artık güveni oldukça azalmaya başladı. Yoksa imkânsızlık içindeki samimiyet, yokluğun çaresizliği miydi diye inanın insanın aklına sorular gelmiyor değil. Bunun böyle olduğunu düşünmek ve hakikat ise bu hakikati kabullenmek oldukça acımasız olsa gerek. Onca zorluk, sıkıntı ve zulümden sonra bu nimetleri hakkıyla yerine getirmek boynumuzun borcudur diye düşünüp hareket edilmesi gerekirken farklı mecralara kaymak, bunun çilesini çekenlere büyük bir ihanettir. Devletin vazifelisi olmak avanta kapmak değil hizmet üretmek ve insanımıza faydalı işler yapmak için kutsaldır.

Son on altı, on yedi yıl içerisinde göreve gelen yöneticiler içerisinde hakkıyla çalışan gayret eden büyüklerimiz olsa da, genelin içerisinde sayıca az olmaları dolayısıyla maalesef mevcut düzenle baş edemez hale gelmişlerdir. Hatta mevcut düzen bu kişileri silik ve heyecansız göstermek suretiyle çarkın dışına itmiştir. Devleti idare edenler bunu acilen görmeli ve sürekli herkesin dilinde olan liyakat ve ehliyet sahibi kişilere vazife tevdi edilmelidir. Devletimizin de milletimizin de istikbali ancak bu mühim adımla mümkündür.

İkbal kaygısına kapılmadan hakkıyla vazifesini ifa edenlere selam olsun?

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?