YENİDOĞAN ÇETESİ

Ahmet Hasdemir
Ahmet Hasdemir
YENİDOĞAN ÇETESİ
21-10-2024

Evrensel sağlık kapsayıcılığı (UHC), Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler tarafından teşvik edilen ve desteklenen bir küresel hedeftir. Bu, tüm bireylerin ihtiyaç duydukları sağlık hizmetlerine, maddi sıkıntı yaşamadan erişebilmesini sağlayan bir sağlık sistemi ilkesidir. Bu kapsayıcılık, her bireyin sağlık hizmetlerine erişimini, finansal koruma ile birlikte sağlamayı amaçlar. Temel hedef, kaliteli sağlık hizmetleri sunarken, kişilerin bu hizmetlere erişim nedeniyle yoksullaşmalarını önlemektir.

Bu konuda önemli adımlar atan ülkemiz, sağlık hizmetlerinde 2003 yılında devreye soktuğu Sağlıkta Dönüşüm Programı ile büyük bir değişim geçirdi. Bu programın amacı, sağlık hizmetlerinin daha erişilebilir, kaliteli ve kapsayıcı olmasıydı. Ancak 21 yıl sonra, bu sistemin açıklarını bulan ve yıllardır insanın kanını donduran uygulamalarıyla 'gözü dönmüş vahşiler' dedirtecek çetelerle karşılaşmış durumdayız. Şu anda duyduğumuz Yenidoğan Çetesi, savcıyı tehdit ettikleri için ifşa oldular. Daha ne çeteler ve şebekeler var sistemden faydalanan. Kanser şebekesi, kalp krizi şebekesi, diyaliz şebekesi, organ nakli şebekesi, ilaç şebekesi, tıbbi malzeme şebekesi... Bunlar yalnızca ilk aklıma gelenler. Bilinmeyen neler var, neler!

Cahil cühela yapsa deriz ki cahildir, yapacak bir şey yok ama bunlar okumuş hem de toplumun en zeki kesimi. Daha erdemli olmaları gerekirken çirkinlikte kendilerine yakışacak sıfat bulmada zorlanıyoruz. Erdemli toplum olmayı unuttuk. Toplum olarak nasıl bu hale geldik inanılır gibi değil. Son yıllarda Türkiye’de yaşanan toplumsal dönüşümlere yakından baktığımızda, ahlaki çöküşün ve insani değerlerdeki erozyonun ne denli derinleştiğini görmek mümkün. İdealizmin küçümsendiği, dürüstlüğün safdillik sayıldığı, şark kurnazlığının ve faydacılığının yüceltilerek ödüllendirildiği bir ortamda yaşıyoruz. Ne yazık ki bu atmosfer sadece bireysel ahlakı değil, toplumun tüm dokularını yıpratıyor. Menfaat, toplumun yeni kutsalı haline gelirken, para ve güç elde etmek bir değer yargısı olarak kabul görmeye başladı. Her alanda bir çürüme ve ahlaki yozlaşmayla karşı karşıyayız.

Bu yozlaşmanın en açık göstergelerinden biri, vicdan ve ahlaka değer veren insanların toplumdan dışlanmasıdır. Dürüst ve ilkeli duruş sergileyen bireyler 'uyumsuz' ya da 'gerçeklerden kopuk' olarak damgalanırken, menfaatine göre hareket edenler 'işini bilen' kişiler olarak alkışlanır hale geldi. Böylesi bir toplumda yanlış olana sesini çıkarmak, adeta kendi itibarına zarar vermek gibi bir risk taşıyor. Çünkü herkes menfaatinden biraz daha feragat etmekten korkuyor, hatta menfaat elde ettiği sürece ahlaksızlıkları meşrulaştırıyor. Ne yazık ki bu bireysel bencillik, toplumsal çürümenin temelini oluşturuyor.

Türkiye’de, özellikle son yıllarda gözlemlenen bir durum olarak, etik değerlere dayalı toplumsal normlar yerini çıkar çatışmalarına bırakmış durumda. Birçok insan, kimin kiminle iş yaptığına, kimlerin hangi makamlara atandığına odaklanmış, derinlemesine ahlaki tartışmalara girmektense, sadece kendi çıkarlarına dokunan meselelerle ilgileniyor. Para ve siyaset, bir zamanlar yan unsurlar olarak görülen konular, artık gündemin merkezinde yer alıyor. Sanatçıdan akademisyene, gazeteciden sokaktaki vatandaşa kadar herkes, sadece maddi kazanımlarla ilgileniyor. Bu durum, toplumun genel ruh halini ve değer sistemini derinden etkiliyor.

Toplumsal yozlaşmanın en çarpıcı sonuçlarından biri de, kötülüğün sıradanlaşmasıdır. Masum bebeklerin hayatlarının sağlıkta rant savaşı veren çetelerin insafına kalması, ahlaki çöküşün en acı ve somut göstergelerinden biri olarak karşımıza çıkmış durumda. Ancak bu durumun daha da korkutucu yanı, birçok insanın bu ahlaksızlıklara ses çıkarmaması ve hatta bazen menfaatine uygun olduğu sürece bu durumu kabullenmesidir. Menfaatperestlik, bir ideoloji ya da siyasi partiye bağlı değil; aksine, tüm ideolojiler ve partiler arasında köprü kuran bir çıkar ağı oluşturmuş durumda. Bu ağın içindekiler, ahlaki değerleri sorgulamadan birbirleriyle gönül rahatlığıyla iş yapabiliyor. Nitekim, bu çetenin elebaşlarının, siyasi görüş ayırt etmeksizin toplumun öncüleriyle her platformda 'biz de sizdeniz' demek istercesine aynı fotoğraf karesinde yer almak için yoğun bir çaba sarf ettikleri görülüyor.

Bu yozlaşma ortamı, toplumsal bir felakete doğru sürüklenmenin habercisidir. Ahlakın, dürüstlüğün, insani değerlerin yok sayıldığı bir düzen, sadece bireyleri değil, toplumu da uçuruma sürükler. Ne yazık ki bu çürümenin farkında olan ve buna karşı ses çıkaran bir avuç insan dışında, geniş kitleler ya sessiz ya da bu yozlaşmanın bir parçası haline gelmiş durumda. Eğer bu sessizlik sürerse, toplumsal çöküş kaçınılmaz olacaktır.

Yine de, umutsuzluğa kapılmak yerine, ahlaki duruşun ne denli önemli olduğunu hatırlamamız gerekiyor. Tehditlere boyun eğmeyen, vicdanıyla hareket eden, menfaatin peşinde koşmayan bürokratlar, gazeteciler, akademisyenler,  vatanı ve milletini seven dürüst insanlar var oldukça, bu yozlaşmaya karşı bir umut ışığı her zaman var olacaktır. Toplumsal değerlerin ve ahlaki normların yeniden yeşermesi için, bu kişilere daha fazla kulak vermek, onların mücadelesini desteklemek zorundayız.

 

Bugün Türkiye’nin tablosu belki bu şekilde değişiyor olabilir. Ancak gerçek olan şudur ki, sadece menfaat ve çıkar ilişkileri üzerine kurulu bir toplumun yaşanabilir bir yer olamayacağıdır. Toplumsal ahlak, insanın varoluşunun temel taşlarından biridir. Eğer bu temel taşları kaybedersek, geriye kalan sadece çürümenin karanlık yüzü olacaktır. Bu karanlık, sadece bireyleri değil, toplumun tüm yapısını sarsacak bir felakete dönüşecektir. Allah korusun.

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?