YOBAZ BAYKUŞLAR

Alper Duran
Alper Duran
YOBAZ BAYKUŞLAR
18-07-2019

Bilge dedem derdi ki ?Evladım dervişin fikri ne ise zikri de odur. Bu nedenle dilinden dökülen kelamların inci gibi parlamasını istersen, kalbini berrak tutman gerekir?.  Hayat bize bu altın kuralı her daim ispat etmesine rağmen nedense uslanmaz çocuk olmaya ısrar ediyoruz. Büyüklerimiz bu tecrübeler ışığında ?ne ekersen onu biçersin? demek suretiyle aslında bize hayatın en ince ayrıntılarını dahi göstermişlerdir.  Ancak bazıları putlaştırdığı egolarının emrinden bir lahza bile sapmamakta kararlılar.

 

İnsan hayatının, şu dünya tarihi içerisinde ne denli kısa olduğunu fehmetmek gerekir. Yoksa yine atalarımızın dediği gibi ?ne oldum deme ne olacağım de? sözü gelir ve bulur muhatabını. İşte o buluşma anı çoğu için sefalet, rezalet ve rüsvaylıkla doludur. Şimdilerde özellikle kapı kapı dolaşıp referans ile bir makama gelenlerin yahut birinin akrabası ve arkadaşı olmanın şansını kullananların ya da bir şekilde zengin olmuş ama insanlıktan nasibini alamamışların kılıçlarının iki tarafının da kestiğini görmekteyiz. Emirler, talimatlar ve fermanlar havada uçuşurken; adalet, hakkaniyet ve insanlık yerlerde sürünmektedir. Bunların her sözü bir kalp kırmakta ve her bakışı gönülleri viran etmektedir.

 

Bu zümrenin bütün iletişim şekli; kabalık, çirkeflik, haset ve çirkinlikle dolu maalesef. Bu durumdan şikayetlenen dostlarıma hep şu hikâyeyi anlatırım: Yavuz Sultan Selim zamanında, İran şahı kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderiyor.

Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor. Fakat bir de pis bir koku yayılmaya başlıyor.

Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkıyor.

Neyse en alttaki bohçadan insan pisliği çıkıyor.

Yani Osmanlıya acayip bir hakaret!

Cihan padişahı emir veriyor,

?Herkes düşünsün, buna ince bir şekilde cevap vermeliyiz? diye.

Ve cihan padişahı yine çözümü kendisi buluyor.

Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatıyor.

İçine o zamanın Osmanlı İstanbul´unda imal edilen gül kokulu en nadide lokumlardan bir kutu hazırlatıyor, en altına da küçük bir pusula ve bir satır yazı gönderiyor.

Şah sandığı açıyor. Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum.

Anlam veremiyorlar tabii. Bizim elçi yiyor önce, sonra oradakilere ikram ediyor.

Kutunun içindeki pusulayı Şah okuyor: ?Herkes yediğinden ikram eder?

 

Bilinmelidir ki, şu kalbi yaralayan haller ve tavırlar, kişilerin iç dünyasının dışa yansımasıdır. Unutulmasın ki kalpleri sözler değil; haller ve hareketler şerh eder. Herkes ne düşünüyorsa, ne konuşuyorsa onunla anılır.

 
Bazı insanların ?hem kel hem fodul? oldukları halde neden bu denli itibar gördüklerine şaşmamak elde değil. Liyakat üzere değil de, yukarıda da zikrettiğim sebeplerle bir yere gelenlerin laf kalabalığı ve tahakkümle işleri yürütmeye çalışması bu devletin ve milletin haketmediği bir durumdur. Anadolu´nun meşhur tespitlerinden biri olan ?hafız benim, Kur´anı emmimin oğluna okutuyorlar? sözü, bugünkü manzarayı gözler önüne sermektedir.

 

Birde bu kesimin yapmacık adalet sözleri, hakikat mimikleri, tevazu gülümsemeleri yok mu, vicdanlı insan bu zümreyi gördükçe midesi bulanmaktadır. Şu imtihan hayatının içinde günlük alkışlara aldırmadan, sağlam bir duruş sergilemek en mühim ve doğru olandır. Şairin dediği gibi;

?

Bigâne mevzuatın ahkâmı ve hükümet jandarması mevzumuz değildir

Vicdanın selametine tecavüzdür bizim mesele,

Çürümüş maneviyatın cenazesini kaldırmaktır derdimiz

Kokuşmuş efkârın kara lekesini silmek bu cemiyet üstünde

?

Biz emrolunduğumuz gibi selam demeye devam etmeliyiz. Zira davamız ve hayalimiz şu mısralarda gizlidir?

 

Gülden terazi kurmuşlar,

İçine güller koymuşlar,

Gül alırlar, gül satarlar,

Alanlar gül, satanlar gül?

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?