Zaman, Mekân ve İnsan

Alper Duran
Alper Duran
Zaman, Mekân ve İnsan
17-04-2019

Zaman: İnsanoğlundan önce var olmuş ve insan için yaratılmış en büyük nimetlerden biridir. Aslında kâinatta bildiğimiz ve şu an itibariyle bilmediğimiz her varlık, yine insanoğlu için yaratılmıştır. Zamanla birlikte yeryüzü, gökyüzü ve uzay âlemindeki her bir zerre gibi mekân da bu nimetlerin en önemlisidir. Zamanın nedense canlı bir varlık olduğuna dair içimde güçlü bir kanı var. Bu durum, ilmi bir açıklama ile ispat edilmedikçe hükmünün kıymeti elbette yoktur, lakin insanın ve diğer varlıkların hayat denilen süreçlerini içinde barındıran zamanında canlı olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü insanların boş süresi için ?zamanı öldürme? sözü kullanılmaktadır. Peki, bitkiler bu kategoriye giriyor mu suali tam cevap bulmamaktadır. O halde baktığımızda zaman ölmüyor, bilakis kendi hayatı içinde olan diğer varlıkları öldürüyor denilirse pekte yanlış olmaz. İnsanoğlu, büyük zamanın içinde kendi vaktini değerli kılıp kılmadığıyla alakalı bir durum var kanaatimce. Yani benden önce de var olan ve benden sonrada sürecek bu geniş dilimde, bana ayrılan vakti nasıl geçirdiğim hususu, hem şahsi hem de genel zamanın hayat kavramına bir değer veya değersizlik katmaktadır. O halde, insanoğlunun zamanı öldürdüğü tezinin kolaycılık olduğu; zaman mefhumu içerisinde kendine verilen ve ömür denilen bu vakti nasıl geçirdiği asıl konuşulması gereken husustur.

Zamanın kıymeti diye son zamanlarda mühim kitaplar ve programlar icra edilmekte, sürekli telkinlerle zamana ehemmiyet gösterilmesi belirtilmektedir. Evet, bu doğrudur ve Allah (cc) kitabında vaktin ne denli kıymet arz ettiğini defalarca zikretmiştir.  Şu gökyüzündeki mekânsal bir alan kaplayan güneşin, ayın, dünyanın ve diğer yıldızların da zaman kavramını düzenlemek üzere görevlendirildiğini düşündüğümüzde; karşımızda ne denli bir hazinenin olduğunu görmemiz gerekmektedir. Zamanın bir define olduğunu kabul edersek, bu kıymetli varlığın bize ayrılan süresini mana ve estetikle süslemeliyiz. Mana, islamın bize emrettiği veya yasakladıklarını dâhilinde toplayan bir kavram iken estetik ise insanlık medeniyetinin kazanımlarını ifade etmektedir. 

Mekânı yaşanabilir ve insanı ise yeryüzünün halifesi olduğu hakikatini ispatlamak üzere değerlendirildiğinde; ortaya büyük bir medeniyet çıkacaktır. Bugünün arızaları ve sıkıntıları aslında zaman, mekân ve insan kavramının tam olarak ne ifade ettiğini anlamamaktan ileri gelmektedir. Bu üç kavram öylesine birbirinin mütemmim cüzleridir ki, dengeli ve orantılı olunmadığında hepsi birden kıymetsizleşmektedir. Örneğin çok kalabalık bir şehirde yaşayan insanların zamanın nasıl geçtiğini, mekânın ne denli ruhu bunaltıp sıktığını ve insanlarının da çekilmez, fırıldak ve güvenilmez olduğunu fark etmesi ve dillendirmesi bu üç kavramın birbirini tamamlayan unsur olduğunu kanıtlamaktadır.  Bir örnek daha verecek olursak yirmili yaşlara kadar köyünde veya ilçesinde yaşayıp sonrasında okul veya çalışmak üzere büyük şehirlere giden ve emekli olan birine hatıralarını sorduğunda yarısından fazlasını mekânın daha küçük ve insanların daha az olduğu birinci yerden anlattığını fark edeceksiniz. Zira çokluk niteliği getirmez, bilakis ekseriyetle niteliği öldürür.

Yaşadığımız hayatı güzelleştirmenin en önemli unsuru vaktin o derin gücünü görebilmektir. Allah´ın kitabında verdiği kıymeti fehmetmemiz gerekmektedir ki, yaşanılabilir mekânlar oluşturabilelim. Yoksa çok çalışmakla ve çok maddi imkânla zamana kıymet biçilmez ve mekânlar güzelleştirilmez.

Mekân: Bu bir ilahi düzenin fotoğrafının yeryüzüne yansımasıdır. Zira insanlar mekânlara hangi nazarla bakarsa, mekânlarda insanlara o minval üzere hatıra bırakır. Mekân, zamanla insan arasındaki ilişkiyi kuran bir yapıdır. Çerçevesi maddi bir alanla sınırlandırılamaz. Gözün görmesi veya ayağın basması yeterli değildir. Mesela zamanını iyi değerlendiren kişiler insanların kalplerinde, gönüllerinde ve zihinlerinde öylesine yer eder ki, dünyanın kat be kat büyüklüğüne denk gelir. Haliyle mekânların maddi nazarı bizim izahatımız için eksik kalır. Yani zamanı iyi bilen ve anını doğru okuyup ona göre değerlendirenler, hem madden hem manen arz-ı âlemde ve gönüllerde önemli yer edinir. Örneğin Eyüp Sultan Hazretlerinin hayatını incelediğimizde hem Medine de hem İstanbul´da hem de gönüllerde büyük yer edinmesi, meramımızın küçük bir izahatıdır. Bu durum bize toprağın aslında bir öneminin olmadığı, bizim ona yüklediğimiz mandan dolayı vazgeçilmez olduğu ortaya çıkmaktadır. Aynı Âşık Veysel´in ?güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa? dediği gibi. Mesela bizim şu anki vatanımıza ecdadımız hiç gelmeseydi buralar bizim için güney Amerika topraklarından farksız olacaktı. Haliyle buralardaki zamanın bize verdiği hatıralardan dolayı manası ve muhafazası büyük önem arz etmektedir. Onun için mekânları daha kıymetli hale getirebilmek için zamanı iyi değerlendirip ona bir kıymet ve mana katmak gerekir. Dağ, taş, ova ve nehirler ile gönüller bir sesin, bir ışığın içinden süzülüp aşk ile harmanlandığında ve işte beklenilen heyecan denildiğinde ancak mekânın bir yer kapladığını görebiliriz.

İnsan: Aslında insanoğluna eşrefi mahlûkat denilmişken burada yazacağım her husus çaresiz ve eli kolu bağlanmış kalacaktır. Lakinasıl mesele yaratılmış olan kıymeti muhafaza edip etmemektir. Yani insan olmak sadece bedenen ve fiziken değil; ruhen ve kalben bunu başarabilmektir. Zamanın manasına varmış, mekânsal bir çığır açmış, metafizik âlemini avucunun içine alan ve bu döngünün mimarının ne denli büyük olduğunu idrak edebilenler bizim yazımızdaki insan tanımına girebilir. Yoksa yaşamaktan kastımız Üstad Necip Fazıl´ın dediği gibi ?siz hayat süren leşler?? ifadesine uyanlardan bahsetmiyoruz. Bir âna, bir güne, bir yıla ve bir asra damga vurmaktır bizim gayemiz. İnsan, bir arayış ve anlayış temsilcisi olduğu vakit, fezanın içinde yolculuğun mucidi olarak hikmete ram olacaktır. Zamanın farkına varmak, bir yetim bakışının bir asra bedel olduğunu görmektir. Bulunduğu ortamı nezihleştirmektir. İnsan olmak mesela; karçe kuşunun ardına takılıp gitmektir.  Sayılar sayıp bu sayıların sonunu getirebilmektir.

Zaman, mekân ve insan algısı yaratılış hakikatinin değişmez ölçüsüdür. Şehirler veya bir çalışma masası yahut bir sokak kedisinin dünyasına yerleşmek bir yanda; her akan saniyenin ehemmiyeti ve yüzyıllar içinde önemsiz bir noktayı fikretmek bir yana, ömür süresince adın duyulduğunda halisane hissiyat aktarabilmek başka bir yana?

Sözlerin bitmeyecek şekilde uzama ihtimalinin olduğu bu konuda bizden önceki zamana, mekâna ve insana dahlimiz olamaz; ancak bugün ve yarının her vakti, her yeri ve her kişisinden sorumluyuz?

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?