Fetrette idik fetihle hayat bulduk. Sonra fetret tekrar fetih. Hayat fetihle başlayıp fetretle devam eden bir döngüye sahiptir. İnsan fetihle yaratılmış, fetihle hilafet makamına oturmuş. Tüm varlık ona saygı ile emrolunmuş. Ona boyun eğdirilmiştir kainat. Fetihle Adem cennete, fetretle dünyaya inmiştir. Fetih Allah'ın lütfu, fetret imtihanıdır. Fetih de fetret de ganimettir. Ganimetin kıymetin bilmek gerek.
Yokluktan varlığa çıkmaktır fetretten fethe yolculuk. Tohumun çekirdeği yarması ve kainata açılması gibi. Bir çocuğun serpilip gelişmesi gençlik çağına ulaşması mesela… Küheylancasına dağlardan ovaya inmesi, meydana meydanlığını hissettirmesi mesabesinde…
Bazen Türkçemizin tarihsel süreçte Müslümanlıkla birlikte yaşadığı inşa süreci beni hayranlık uyandıran bir hayrete düşürür. Zarf içre davetiyelerin henüz bu kadar çeşitlenmediği zamanlarda Sivas'ın düğün davetlerinde okuntu dağıtıp, davetlileri okumak diye bir usul vardı. Okumak, konu komşunun varlığını tanımak onu davetine icabet için uygun görmek anlamına gelirdi. Okumak okumayı yapanı tanımayı ve muhatabın da tanınmasını ifade eden bir anlam dünyasına sahipti. Bu bilgeliğin kaynağı oku emridir. Oku emri, emri verenin tanınmasıydı. Hz. Peygamber elçi olarak kendisini elçi gönderenin emrini insanlığa duyurmak için fetret dönemindeki insanlığı fethe çıkarma sorumluluğunu yükleniyordu. Oku emriyle insanlığın bir olan rabbini yeniden tanımaya davet yapılıyordu. Davet süreci başlamış, tohum çekirdeğinden yarılmıştı. Yaratan yarattıklarına bir kez daha lütfunu göstermiş son bir elçi göndermişti.
Vahyin bıraktığı ilk sarsıcı etki sonrasında bir sükûnet dönemi yaşandı. Hz. Peygamber bu dönemde dinlenip ne olduğunu ve ne olmadığını anlama imkânı buldu. Tereddütler yaşıyordu. Cibril olun tereddütlerini gidermek için sürekli destekliyordu. Sen Allah'ın elçisisin diyordu. O da emin oluyordu. Böyle bir süreç üç yıl kadar devam etti. Artık peygamberimiz elçi olmanın ne demek olduğunu anlamış ve bunun özlemini hissetmeye başlamıştı. İlk vahiydeki o tecrübeyi ve lezzeti tekrar tekrar yaşamak istiyordu. Cibrili görmek ondan en sevgilinin haberlerini almak bir tutku haline gelmeye yüz tutmuştu. Artık vahye bir özlem vardı bu zamanda. Nerede diyordu, ne zaman bir vahiy daha gelecek umudu her yanını sarmıştı.
Bir türlü gelmek bilmeyen vahiy aziz peygamberimizin hüznünü artırıyor ve yeni tereddütlerin oluşmasına neden oluyordu. Ümit ve korku arasında bir süreç yaşanıyordu. Tâ ki fetret sona erene kadar.
Nihayet vahiy bütün ağırlığıyla inmeye başlamıştı. Hz. Peygamber yine sarsılmıştı. Örtün beni örtün diyordu. Hatice annemiz onu sakinleştiriyordu. Allah resulü örtülere bürünüyordu.
Ey örtüsüne bürünen! diyordu Allah, Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar… Rabbini tesbih et… ve Müddessir suresinin ayetleri nazil olmaya başlamıştı. Vahiy ardı arkası kesilmeyecek bir bir maratonu başlatıyordu. Dağların ve taşların taşıyamayacağı yükler, yeniden bir kez daha insana, insanın omuzlarına bırakılıyordu. Görev yükleniyor, uyarı yapılıyor ve ardından teselliler, tecelliler, güven ve sekinet indiriliyordu. Duha suresi iniyordu…
Kuşluk vakti şahit olsun ki,
Gece şahit olsun ki,
Rabbin seni terk etmedi, sana küsmedi.
İşin sonu başından daha hayırlıdır.
Rabbın sana verecek ve sen de razı olacaksın.
Sen yetim iken seni korumadı mı?
Sen ne yapacağını şaşırmışken sana yol göstermedi mi?
Sen fakir iken seni zengin kılmadı mı?
Öyleyse yetime itip kakma
Yardım isteyeni de hor görme
Rabbinin sana verdiklerini tahdis et… ayetleri dudaklardan süzülüp mümin gönüllere şifa veriyordu.
Bu yaşananlar örnek bir peygamberin; ümmetinin hayat boyunca yaşayacaklarına dair bir tecrübe aktarımından başka bir şey değildi. Evet hayat fetretten fethe fetihten fetrete sürekli devinimlerle devam edecek ve sabredip sebat edenler mükafata ereceklerdi. Hiçbirimizin fetreti ve fethi hiç eksik olmayacaktır. Fetretten fethiniz mübarek olsun.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?