Doğada yaşanan birçok olay insanoğluna referans olmuş, bunları hayatlarının bir parçası yapmış, hatta günlük konuşmalarının birçoğunda doğal olaylar örnek gösterilmiştir. Bu doğal olaylar temsil, deyim, atasözü, hatta hikâye olarak dile getirilmiştir. Bu olgulardan biri de; kış mevsiminin belli bir süre sonra görevi ilkbahara, ilkbaharın yaza, yazın sonbahara devrettiği mevsimsel döngüdür. Bu döngü ile her mevsim kendi gizemi ve güzellikleri ile canlılara hizmet eder. Bundan dolayı, her mevsim zıtlıklarıyla daha anlaşılır ve daha da güzeldir.
İki yıl önceydi; mevsimlerden kış, havalar oldukça soğuktu. Ayazı, tüm hücrelerinizde hissettiğimiz, tam anlamıyla kışın kış olarak yaşandığı günlerden bir gündü. Hızlı adımlarla yürürken bir taksinin arka penceresini kaplayacak kadar geniş, kavisli, renkli, kalın ve büyük harflerle yazılmış bir yazıya; adeta beni görün, ben buradayım diyen bir yazıya gözüm ilişti. Burada; “Gönlünde kış olanın, ömrüne bahar gelmez.” sözü yazıyordu. Bu sözü notlarımın arasına almalıydım, öyle de yaptım. O sözü oraya yazan kişi, belki de tüm söyleyeceklerini buradan sessiz bir çığlık olarak haykırmak istiyordu.
Hayatında kişinin yaşadığı; çok önemli hastalık, sevdiği kişilerden ayrılma, değer verdiği kişilerden ihanete uğrama, bir anda sahip olduğu tüm varlıkları kaybetme, çok sevdiği kişileri kara toprağın bağrına yollama gibi bir takım olaylar insan dimağında ve kalbinin derinliklerinde derin yaralar açabilir. İnsanda oluşan bu tür sıkıntılar gönül dünyasında sonu gelmez kış mevsimine neden olabilir. Bu travma sonucu insan, mutluluk ve huzur kelimesini lügatinde görmemeye, hatta çıkarmaya da çalışır. “Ben mutlu değilim ki benden ne beklersin?” burada verilen mesajlardan biridir. Zaman, bunun en iyi tedavi ilacıdır. Hüznü tamamen silemez ama onun üzerinin küllenmesini sağlayabilir.
Her şeyi kendine sorun edinen, bu sorunla kırıp döken, insanları üzen, üzdükçe kendinden uzaklaştıran, düşünce dünyasının karanlık olduğu ve attığı her adımda uçuruma yaklaşan bir insan modeli düşünün. Mevlana’nın; “Testinin içinde ne varsa, dışına o sızar.” sözünden de hareketle, düşünce dünyası kirli olan bir insandan tezahür eden davranışlarını tahmin edebilirsiniz. İnsan düşüncelerini davranışları ile açığa çıkaracağından dolayı, sizin onun davranışlarına bakarak fikir sahibi olmanızı sağlar. Düşüncesi ile davranışları tutarlı olmayan birey, bu oyunu uzun süre oynayamaz ve gerçek sonunda açığa çıkar ki bu gerçeklik de insanın iç dünyasıdır.
Başka bir insan modeli de; elindekilerle yetinmeyen, sürekli fazlasını isteyen hırs ve öfkenin gözünü bürüdüğü, olacaksa benim olsun, her şeyin en iyisine ben layığım düşüncesindeki birey olsun. Bu tip insanlar sürekli hep daha fazla para, makam peşinde koşar. Bu koşuşturma, her zaman bir basamak yükselmek arzusu ve hırsıdır. Bulunduğu her basamak onlar için yetersiz olduğundan ve daha üst basamağa ulaşma arzusundan dolayı mutlu değildirler. Bu mutsuzluk onlarda, başkalarının mutluluğunu yok etme adına kadar da sürmektedir. Mesela; ömrünün son dakikalarını yaşayan bir amcadan; “bu dünyadan bir şey anlamadım, her şey boşmuş” sözünü duyabilirsiniz. Yine evlatları tarafından huzurevine bırakılmış bir anneden, “yemedim, içmedim, durumumuz iyi olsun, evlatlarım kimseye muhtaç olmasın diye saçımı süpürge etmiştim ama hepsi boşmuş” sözünü de duyabilirsiniz. Gerçekler ortadadır ama artık nafile, çünkü hayat treni artık dünya garından ayrılmak üzeredir.
İnsan gönlünü olumsuz düşüncelerle doldurma yerine; her düşünce ve duyguyu gönlünde ağırlayacak kadar hoşgörü sahibi, gerekli olanlarla yola devam etmek için seçici olmalıdır. Gönülde kış yaşansa da diğer mevsimlere de yer açmak gerekir. Bakın ilkbahar geliyor…