Alışmak, "yadırgamaz duruma gelmek" demektir. İnsanoğlu yaptığı işe, duruma, haleti ruhiyeye çabuk alışabilen bir canlı. Diğer canlılardan onu ayıran en önemli özelliklerinden birisi de bu olsa gerek.
Alışmak, insanın hayatını sürdürmesini sağlıyor. Annesini, babasını, eşini, evladını veya en yakınını kaybeden insanlar görüyoruz. Kendimizi onun yerine koyup bu acıya nasıl dayandığını, kendimizin bu acı karşısında yıkılacağımızı tasavvur ederiz. "Allah sabrını da veriyor" demekten başka bir teselli gelmez elimizden. Zaman zaman bizler de bu acılarla sınanırız. Kendi kendimizi terapi etmeye çalışırız. Çoğu zaman dualara sığınırız. "Bu da geçer ya Hû…" deriz. O zaman anlarız ki fıtratımızda başımıza gelen olaylara karşı "alışma" formatı yüklenmiş. Yaratıcı merhametini burada da cömertçe sunmuş biz kullarına. Alışmak, insanı Allah'a isyandan da korur. "Bunlar, neden benim başıma geliyor" demekten alıkoyar insanı. Olayı ne kadar erken kabullenirsek o kadar kolay devamını sağlarız hayatımızın.
Alışmak, bir yönüyle de nankör kılar insanı. Şükürsüzleştirir. Hayatı rutin gidenler de zamanla sağlıklarına, geçim kolaylıklarına, çoluk çocuklarının varlığına alışabilirler. Ve bunlar zaten onun hakkıymış gibi görmeye başlayabilirler. Nankörleşip, elindekinin şükrünü unuttukları gibi gözlerini hep daha yukarı dikerler. Allah'ın verdiği nimetleri zaten hak ettiğini düşündüğü gibi neden daha fazlasını vermedi diye isyana da başlar.
Allah-u Teala verdiğiyle de vermediğiyle de sınayabilir kulunu. Gerek hastalık, yokluk, evlat, ana-babayla sınadıkları olduğu gibi hep nimete alıştırdığı kulunu da nimetlerin lütfedicisini hatırlayıp hatırlamadığıyla imtihan edebilir.
Kadere iman edenler hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğine inanırlar. Bunu bilen kişi dünyada ki rızkı için sonuna kadar mücadele ederken, nimetinde esas sahibini unutmaz.
Ne kadar Allah'a kulluk ederse, kula kulluktan da o kadar kurtulur insan. Kaynağa ulaşan, sızıntılardan uzak durur. Zira bir su ne kadar uzun yol kat etmişse o kadar kirlenmiş demektir. Kirli sudan beslenen bünyeden de mikroplar eksik olmaz. Kaynağımız Kur'an ve Sünnet olduğu müddetçe de zaman anlamsızlaşır ve Hz. Muhammed (sav)'den bu yana ortaya çıkan ne kadar "izm" varsa arkamızda bırakabiliriz.
Kaynağı bilen Necip Fazıl'ın "Zindandan Mehmed'e Mektup" şiirinde dediği gibi, "Beni Allah tutmuş kim eder azat?" diyebilme ümidiyle…
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?