Dünya kurulduğundan beri, kıskançlık, ben duygusu, makam sevgisi, güç paylaşmama, doyumsuzluk insanoğlunun gözlerini kör etmiş ve bir sonraki merhaleye geçilmiş bu da gözyaşı, cana kastetme olarak gün yüzüne çıkmış, günümüze kadar gelmiştir. Bunun adı cinayet, idam, kaza, zehirlenme ve savaş olmuştur. Bazen öyle acımasız olunmuş ki suçsuz insanlar, çocuklar ve hatta henüz dünyaya dahi gelmemiş yavrular anne karnında öldürülmüştür.
Hâkim olma arzusuyla başlayan savaşlar, çok can yakmış, insanlar zulme maruz kalmış, neticesinde birçok kişiyi hayattan koparmıştır. İnsanlar bu savaş ortamından canlarını, çocuklarını alarak kaçmış, uzaklara, neresi olur dahi demeden göz kapayarak koşmuşlar. Savaş ve esaretten kurtulma adına, hatta ölümü dahi göze alıp, engin denizlere yelken açmışlardır.
Suçsuz yere kıyılan her can veya buna sebep olmak üzer insanı; hele de ölen suçsuz ve günahsız olan çocuklarsa, onların acıları ta kalbin derinliklerinde hissedilir. Acıların zirve yaptığı, dünyanın en ücra yerinde dahi artçılarının hissedildiği bir tarihe dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu tarih; 2 Eylül 2015. Yunanistan'a geçmeye çalışırken ailesiyle bindiği lastik botun batması sonucu yaşamını yitiren ve cesedi Bodrum'da kıyıya vuran, kırmızı tişörtlü, yüzükoyun yatan cansız bir bedenin, üç yaşındaki Aylan Kurdi'nin dünyada oluşturduğu etkiden... Cansız bedeni gören Mehmetçiğimiz, o anı; "Aylan bebeğin yanına geldiğimde içimden 'Allah'ım inşallah yaşıyordur' temennisi ve umuduyla hayat belirtisi aramaya çalıştım. Ancak maalesef herhangi bir hayat belirtisi mevcut değildi. Çok üzülmüştüm. Bununla birlikte, ben de her şeyden önce bir insan ve 6 yaşında oğlu olan bir babayım. Aylan bebeği görür görmez hemen aklıma oğlum geldi ve bir an kendimi Aylan bebeğin babası yerine koydum. Bu tarif edilemeyecek kadar acı ve trajik bir durumdu. Bazen insan cansız bedenlere yaklaşmaktan çekinir. İnanın aklıma hiç öyle bir şey gelmeden, görevini yapan bir kolluk personelinden öte, yavrusuna sarılan bir babanın hissedebileceği duygular içerisindeydim" diye anlatıyor ve kelimeler boğazında düğümleniyordu.
Dünya limanından ayrılan Aylan, mülteci sorununa, insani değerlerin körelmesine, ölümlerin birçok kişi tarafından sıradanlaşmasına, hırs ve öfkenin getirebileceği duruma karşı oluşunu sessiz çığlığıyla, cansız bedeniyle haykırıyordu. Dünya basını bu olayı okuyucularına manşetten duyurdu. İnsanlar, Aylan bebeğin bu görüntüsü karşısında, dünyada yaşanan olaylara farklı bir bakış açısıyla bakmaya başladı. Birçok ülke, mültecilere kapısını açan, onların her türlü ihtiyacını karşılayan ülkemizi biraz daha iyi anlamaya başladı. Toplantılar yapılarak, birçok yerde ve belli fasılalarla dilendirildi.
Yapımcı Selahattin Çelik Aylan Kurdi'nin dramını kısa bir film çekerek anlatmak isterken; yine Aylan'ın ölümünden etkilenen Avustralyalı sanatçı Missi Higgins, Aylan ve ailesinin Suriye'den başlayıp Kanada'da bitmesi umuduyla çıktığı yolculuğunu "Oh Canada" isimli bir şarkısında "Ah Kanada, eğer beni duyabiliyorsan, Denize karşı kollarını açmayacak mısın? Ah Kanada, eğer bana yardım edebilirsen, Tek istediğim ailem için güvenli bir yer..." diye Aylan'ın ağzından insanlığa, insanlığın yüreğine sesleniyordu.
Aylan, yaşamıyor ama ayrılırken oluşturduğu dalga her geçen gün büyüyor. Bu dalgalar tüm kötülükleri, en azından birçoğunu, içerisinde sindirebilir mi bilmem ama ben yüreğimin ta derinliklerinden gelen bir sesle âmin diyor ve ümit var olmak istiyorum.