Öyle bir an gelir ki insanın gözü hiç bir şeyi görmez. Canından çok sevdikleri, uğruna canını verdikleri bile gözünde olmaz. Kendinden başkasını düşünmez olur. Kendi derdine düşer…
Sakın! Ne paraya nede makamına aldanıp değişme, kimseyi incitme, kırma Asla da Ah alma.
Unutma ki “insana güvenme ölür, dağa güvenme erir” Atasözünde olduğu gibi her zaman kendin ol. “Ya göründüğün gibi ol, yâda olduğun gibi görün.”
Parasına güvenenleri gördük. Depremlerde nelerini kaybettiler… Makamına güvenenler o makamda ebedi oturamadı, Güzelliğine güvenenlerin saltanatı en fazla 10 yıl sürdü. Belki daha az. Sağlığına güvenenler bir hastalıkta yıkıldı. Peki ya sen neye güveniyorsun.
Kısacası ne sultanlık kaldı, nede padişahlık. İstersen padişah ol, istersen paşa, ister en alt kademede biri, ne olursan ol sonunda ölüm var. Bu dünya benim diyenleri de gördük. Şimdi kara toprak altında. Eğer dünya kalsaydı sultan Süleyman'a kalırdı. Ölmeseydi peygamberler ölmezdi.
Şimdi sana da soru soruyorum “ya sen neyine güveniyorsun. Parana mı? Etiketine mi? güzelliğine mi? sağlığına mı? Gençliğine mi? Bence hiç biri. Hepsi gelip geçici. Ve hepsi nankör. Hiçbiri seninle ebedi kalmaz. Birde baktın ki seni gözünü kırpmadan terk eder. Ortada bırakır.
“Dünyasına, dünyasına
Dünya benim diyenin
Dün gittik yasına.”
—Evet, bir gün senin de yasına gelenler olacak. Tabi ki o kadar itibar bıraktıysan, yok insanları küçümsedin, kırdın, eziyet ettin, ahını aldınsa vay haline. Sana Allah rahmet eylesin diyeni bile bulamazsın.
—Sonra ahlar, vahlar, keşkeler seni kurtarmaz. Son pişmanlık ta fayda vermez.
—Tercih senin nasıl yaşarsan öylede ölürsün. Ne ektiysen onu biçer yanında götürürsün. Eğer yapabiliyorsan nerden dönersen kar diyerek yanlışlarını düzelt. Kırdığın kalpleri tamir etmeye çalış. Kibirlenmenin, kasıntılı olmanın, kendini beğenmişliğin, ukalalığın hiç kimseye faydası olmadı. Olmaz da. Zarardan başka bir şey getirmez. Böyle birisin ve etrafında yalakan çok. Bunlar seni yanıltmasın. Şu an sana sen bir tanesin derler. Hatalarına göz yumarlar. Seni yücelttiklerini sanırsın. Ama ya sonrada sen ayaklarına paspas bile olamazsın. Seni yerden yere vururlar. Etrafında bir tanesi bile kalmaz. Hepsi çıkarları doğrultusunda yanında olurlar. Sen onları, onlarda seni kullandığını sanırsınız. Gerçek dostun olmadığın düşünce anlarsın. Ama iş işten geçmiş olur.
Sana sadece geçmiş olsun diyebilirim. Geçmiş olsun… Geçti borun pazarı…
Unutma ki dünyada en büyük hazinen sahip olduğun sağlıktır. Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.
—Kısacası hiçbir dünya malına ve zevkine güvenme.
-Güveneceksen dürüstlüğüne, adaletine, insanlığına, sevgine, saygına, dostluğuna, güzel ahlakına güven. Bütün bunlara sahipsen kendine güven. Bunlar senin hazinendir. Varlığındır. Seni insan yapan özelliklerdir. Ve hiçbir zaman darda, zorda kalmaz, yalnız bırakılmazsın. Er geç insanlar sendeki değerleri görür. Allah insanların sendeki güzel ahlaki, ruhu görmeleri için fırsat verir. Çünkü böyle insanların en büyük dostu Allah'tır. Seni hiçbir zaman yalnız bırakmaz. Her zaman yanındadır. Buna emin ol.
—Sizlerle Sultan Murat'ın padişahlık döneminde yaşanmış ve bu güne kadar gelmiş bir kıssadan hisse anlatayım. İyi okuyup anlamaya çalışın.
HABİB BABA
Habib Baba, 4. Murat devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır. Yaşlı, fakir ve gariptir. Fakat Rabbinin katında da âlemlere denk bir değerin sahibidir.
Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda Erzurum'dan İstanbul'a gelmiştir. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider… Niyeti iyice bir temizlenip, paklanmak…
Bedenini de ruhuna denk kılmaktır. Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez. ‘Bugün' der, ‘Sultan Murat'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.'
Habib Baba üzülür… Rica, minnet eder, yalvarır…
‘Ne olursun' der, ‘kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım. Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum. Bin bir dil döker. Hamamcı ehl-i insaftır… Dayanamaz… Kabul eder… Hamamın en sonundaki odayı göstererek…
‘Baba şu odada hızla yıkanıp çık, parada istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.'
Habib Baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar… Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. Onunda görünümü fakirdir… Ama sadece görünümü… İkinci müşteri kılık değiştirmiş,4. Murad'dır. O gün vezirlerinin topluca hamam âlemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir.
‘Hele bir bakalım' demiştir, ‘bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?'
Ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir. Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır… Hamamcı vezirler der almak istemez… Padişah ise, ne olursun der, bastırır ve padişah galip gelir… Habib Baba’nın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar:
‘Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sende sar peştamalı beline gir yanına… Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın… Ve ekler:
‘Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler.'
Sonra 4. Murat da Habib Baba’nın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır… Habib Baba’nın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona… Allah hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir… Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib Baba yumuşak bir sesle konuşur:
‘Evladım' der, ‘Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsaade edersen bir keseleyivereyim.'
Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve büyük bir haz duyar… Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir. Memnuniyetle Habib Baba’nın önünde diz çökerken: ‘Buyur baba' der, ‘ellerin dert görmesin' Bu arada içerideki âlemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib Baba, 4. Murat'ın sırtını bir güzel keseler… Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez. Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir. ‘Baba' der, ‘gel bende senin sırtını keseleyeyim de ödeşmiş olalım.'
Habib Baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle; Olur evlat' deyip, sultanın önünde diz çöker. Bu arada, Sultan Murat kese yaparken bir yandan da Habib Baba’yı yoklar, ağzını arar… ‘Baba' der, ‘görüyor musun şu dünyayı… Sultan Murat'a vezir olmak varmış… Bak adamlar içerde tef, dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi…'
Habib Baba Sultan Murat'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler… Sultan Murat'ın Habib Baba’dan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir: ‘Ah Be evladım' der, Habib Baba, ‘Sultan Murat dediğin kimdir? Sen asıl Âlemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki,
O seni sevince sırtını bile Sultan Murat'a keselettirir…
Evet, yaptığınız iyilik güzellikler dilde değil özde olacak.