28 Şubatın yıl dönümünde, yaşanan acıları; bizzat yaşayanların ağzından dinledik. O günlerde yaşadığımız onca acıyı tazeledik. O günleri yaşayan, acının en fazlasını başörtüsü yüzünden, zulmün en acısını tadan kardeşlerimizin; yaşadıklarını anlatan, hikayeleri dinledik, okuduk, hüzünlendik. O günler, şöyle gözümüzün önünden geçti. Ülkemiz, o günleri bir daha görmesin, diye dua ettik. Yüce Rabbim’ den bizleri buna benzer imtihanlarla denemesin, gücümüzün yetmeyeceği yükler, üzerimize yüklemesin diye, niyazda bulunduk.
Hala o günlerin acısını yaşayan arkadaşlarımızı analım istedik. Sebepsiz yere hapislerde yatanları, Mesleklerini bırakıp gidip; bu mesleklere bir daha geri dönmeyenleri, Soruşturma, kovuşturma, cezalandırılma tehditlerinin altında görev yapanları, mesleklerinden zorla atılanları, analım istedik. Hanımlarının başlarını zorla açanları, başörtüsü takmanın dini bir vecibe olmadığını anlatanları, hatta eşlerinden boşanmaya kadar uzanan bir serüven yaşayanları hatırlayalım, dedik.
Bu yıl dönümü aynı zamanda; bizlerin geçmiş yıllarda yaşadığı sıkıntıları, hatırlattı. Bizim için hatırlanması acı olan bu olayları; yeni nesil de, öğrensin diye; kısaca nakledeceğim. Üniversitelerin önünden kovulmamız; sadece 28 Şubat nesli ile sınırlı, değildir. Yaşadıklarımızı anlatınca; anlayacaksınız…
Yetmişli yılların başında, lise tahsilini birmiş bir delikanlı idim. Herkes gibi, benim de, geleceğe ait hayallerim vardı. Okumak, meslek sahibi olmak, geleceğe ümitle bakmak... Hayal etmesi güzeldi. Ancak, O günün şartlarında, Ülke gerçeklerinin bazılarından haberimiz olsa da; bazılarını yaşayarak öğrendik.
O, yıllarda yeni uygulamaya başlanan, ÖSYM MERKEZİ sınav sistemi ile; geleceğe ait, hayatımıza başlangıç yapmıştık. Hiç unutmuyorum, ilk yıllarda denemesi yapılan bu sınav; iptal edilerek, tekrarı yapılmıştı.
Şehrimizde girmiş olduğumuz sınav neticesinde; sonuç belgelerimiz elimize ulaştı. Bizi, Bir heyecan sarmıştı. Puanımız iyi ve yüksekti. Şimdilerde olduğu gibi; hazırlık kursu, falan yoktu. Arkadaş gurupları ile, oluşturduğunuz; ders halkalarında, sınava hazırlanıyor idik. Gerçi, liseli yıllardan itibaren okuma alışkanlığı olan birisi idim. Dönemin isim yapmış yazarlarının kitapları ile; O yıllarda tanıştım. Necip Fazıl, Sezai KARAKOÇ, Kadir Mısıroğlu, Yahya KEMAL, MEHMET Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Nurettin Topçu, hatta ilk gazetecilik deneyiminde Yeni İSTANBUL gazetesi ile yayın hayatına başlayan; MEHMET ŞEVKET EYGİ, ilgimizi çeken yazarlardı. Tarihi romanlar, bu işin başka bir çeşnisi idi. Okumak alışkanlığı; O, yıllardan kalmıştı.
Üniversitelerin bazı bölümleri, merkezi yerleştirme ile alırken; bazı bölümleri, ön kayıt sistemi ile alıyordu. Hangi Üniversitelerin; kaç puanla, hangi zaman dilimi içerisinde ön kayıt yaptığını öğrenmek için; TRT 1 Radyo yayınlarının saat 11 de yayınlanan haberlerini beklemek durumundaydınız. Yahut, Üniversite olan illerde, okuyan arkadaşlarınızın sizi bilgilendirmesi ile, haberiniz oluyordu. O günün şartlarında; bir ilden, bir ile telefon etmek için; en az 3 saat beklendiğini düşünürseniz; iletişimin ne kadar zor olduğunu anlarsınız.
Ön kayıt sürecinde, böylece bir, kaç tane ili dolanmak mecburiyetinde kalmıştık. Bazen, tarihler çakıştığı için; gideceğiniz ili tercih etme hakkını siz kullanıyor, idiniz. Ankara, İstanbul, İzmir ziyaret ettiğimiz illerdi.
İzmir seyahatimi hiç unutamam. Yanımda Burhan ismindeki arkadaşımla, İzmir’e ön kayıt için, gittik. GAZETECİLİK ve HALKLA ilişkiler bölümüne ön kayıt yaptırmak için, sıraya girdik. Sıra bize geldiği zaman, ilgili memur arkadaş; evrakımızı kontrol ederken; birden evrakım elinden düştü. Bize ‘’Siz buraya kayıt yaptıramazsınız!’’ Dedi. Neden diye sorduğumuzda; İmam Hatip mezunu olduğumuzu belirtti. Biz ise; haberlerde belirtilen şartlarda, meslek okulu mezunlarının kayıt olamayacağına dair, bir ayrıntı görmedik, dediğimiz zaman;’’ Olsun, diğer meslek okullarını alıyoruz, sizi almıyoruz.’’ Dediler… Sustuk, yutkunduk… Arkadaşla birlikte fuar alanının içerisindeki sessizliğe ilave olarak, gözyaşlarımızı gömdük…
Bu hüsran sonrası, fark derslerini vererek, lise diploması alıp, mücadeleye devam etmeye karar verdik. O, zaman öyleydi. Ben çalışıyordum, çalışmaya devam ettim. Bir aylık ön kayıt sürecinde, böyle bir karar almıştım. Yorulmuştum. Ön kayıt süreci, yormuştu. Bazı arkadaşlarımız; Hacet Tepe Üniversitesinin, o yıllarda açılmış olan; iki yıllık yüksek Okullarına mecburen kayıt yaptırdılar. Nasip bu ya; O iki yıllık okullar ilerleyen senelerde, beş yıllık fakülte haline dönüştürüldü.
İlerleyen haftalarda ben bir iş yerinde çalışmaya, devam ediyordum. Bir gece vakti, O saatlerde, yayınlanan Üniversite kayıt ilanlarını dinlerken; ERZURUM Atatürk Üniversitesinin ön kayıtla öğrenci alıyor, ilanını duydum. Üstelik süre de, az verilmişti. O, Yıllarda, RAHMETLİK REKTÖR KEMAL BIYIKOĞLU ve ekibi İmam HATİP Lisesi mezunlarının Üniversitelerine kayıt yaptırmalarında, bir sakınca olmadığına dair karar almışlardı. Allah onlardan razı olsun.
Hemen acele bir şekilde karar vererek, Babamın iş yerinden bana izin almasını belirttim. Gece saat yarım civarı Trenle Erzurum’a hareket ettim. Bir gün izin alabildiğim için; hemen puanımın o anda kesin kayıt yaptıracak durumda olduğum fakülteme kayıt yaptırdım ve o gün geri döndüm. O yıllardaki uygulamalar göre; kayıt yaptırmaktan vazgeçen arkadaşların yerlerine başka fakültelere de kayıt yaptırılabileceği gerçeğini öğrenmiştim. Ancak, çalışır durumda olduğum için; zamanım olmadığından geri döndüm.
Böylece, Üniversitenin kapısından içeri girmiş, olduk…
Seneler geçse de; acılar hep aynı, kaldı. İçimiz buruk, sevincimiz kasvetli, duygularımız kırık… Sadece merak ettiğimiz şudur; Neden zenci muamelesi görüyoruz? Onu anlamadık. Nesilden, nesile; aynı muamele devam etti. 28 ŞUBAT sürecinde; bu sefer aynı haşin dalgalar; çocuklarımızın önünü kesti. Önlerine bizim yaşadığımız engeller konmuştu. Türkiye dereceleri yapmalarına rağmen; istedikleri okulların kapılarına bile; yanaştırılmadılar. Bütün bunları demokrasi adına yaptılar.
Bu tür engellemelerin içerisinde olan, herkese; hakkımız helal değildir. Bu Vatanın gerçek sahipleri bizleriz… Asıl yabancı, işgalci onlardır. Tarihte kara bir leke olarak anılacak olanlar da; onlardır. Bu olay, her senesinde anıldıkça; bu tür engellemeleri yapan herkes; hayırla anılmayacaktır… Acı çekenlerin yaraları kabuk bağlasa da; tarihin derinliklerindeki gerçekler, her zaman onları darbeci, engelci, baskıcı insanlar olarak anacaktır…
Ülkemiz, hiç de; böyle şeylerin yaşanmasını hak etmiyor…