Çocukluk çağlarımızdan beri duyarız: “İnsanın en büyük düşmanı nefsidir” diye. Onun için her kes kendi nefsiyle savaşmalıdır”, hatta buna “Büyük cihat” da denirdi. Hatipler kürsüde, Hocalar minberde, yazarlar kitap ve makalelerinde Nefsin en büyük düşman olduğunu telkin edegelmişlerdir. Bu kontrolsüz telkinler, tecrübesiz dimağlarımızda öylesine yer etmiş olmalı ki; değil bu söylentilerin kritiğini yapmak, hatalı olabileceğini hatırımıza bile getirmedik. Hatta aynı sözleri zaman-zaman bizlerde tekrarladık.
Hâlbuki Allah’ın Resulü sahih sözlerinde “Sizin biriniz, sakın nefsim habis (Pis) oldu demesin”, “Mümin kişiye, kendini alçaltmak yakışmaz” diye ümmetine çok önemli bir ikazda bulunmuştur.
Tasavvuf, insanın nefsini insana düşman görür. Buna göre insan kendi kendinin düşmanıdır. Durum böyle olunca yaratılış amacına yönelmesi gereken insan, o amacı unutup kendisi ile uğraşmak zorunda kalır.
“Nefs” yani insanın “kendi”si gerçekten düşman mıdır? Kur’an-i bakışla nefsi nasıl değerlendirmeliyiz? Yaratılış amacına uygun görevlerimizi yerine getirebilmemiz için doğru bir “Nefs” algımız nasıl olmalıdır?
Kaynaklarımıza bakarsak; nefs, insanın bizzat kendisi, kendi ruhudur. “Nefs, bir şeyin kendisi denilen zat ve hakikattir.” Ve bu gerçek her varlıkta böyledir. Kur’an da, “Ben seni nefsim için seçtim” diye yaratının ifadesinin bulunması yaratıcının da kendine mahsus bir nefsinin olduğunu göstergesidir.
Nefs, insanın kendisi, canı, aslı, cevheridir. Gerçekten de nefs, “İnsanın şahsiyetini meydana getiren (Zatı) özüdür. Ve İslam gibi büyük ve haklı davayı yüklenecek güçte yaratılmıştır. Mükerremdir, masum ve muhteremdir.”
“Nefsiniz için hayır yapın”, “Nefsinizi takvaya yüceltmek için infak edin” buyuran emri ilahiden gaflet etmeyin. (64/16)
“Nefse ve onu düzgün biçimde şekillendirene, Sonrada ona iyilik ve kötülük kabiliyeti ilham edene andolsun ki, Muhakkak (isyan ve günah kirlerinden) (temizlenen nefis kurtulmuştur. Onu (İsyan ve günahla) kötülüğe gömen ise mahvolmuştur.” (91.7.8.9.10)
Bundan dolayı, fıtratına ihanet etmediği müddetçe her insanın nefsi, en güzel yaratılmıştır. Ve onun için en baş ibadet olan fikri yanından eksik etmeyen zikr, nefsle yapılandır. Ve her nefs kazancına bağlıdır.
Düşünürsek görürüz ki; bir kimse, diğer bir kimseyi haksız yere öldürürse, büyük bir günah işlemiş olur. Dünya ve ahiret cezası çok ağırdır. Fakat bir kimse, bizzat kendi nefsini öldürürse intihar etmiş olur ki; onun cezası ebediyette daha da ağırlaşır.
“Kendinizi tehlikeye atmayın.” (2/195) “…Nefsinizi öldürmeyin.” (6/151)
Nefsin korunması İslam da asli vazifeler arasında zikredilir. “Din, nefis, akıl, ırz, mal” gibi temel haklar insanın vazgeçemeyeceği vazifelerindendir. Hatta nefsi korumak, dini korumaktan hemen sonra ikinci sırada yerini alır.
Durum böyleyken, “Nefsi öldürmekten” bahsetmek hele-hele Peygambere izafeten, “Ölmeden önce ölünüz”, “Küçük cihattan büyük cihada geldik, o da nefisle cihattır” demek, apaçık Peygambere iftiradır. Büyük cihat, Kur’an-ı kerime göre kâfirlere karşı yapılan Kur’an-i mücahededir. Allah’ın büyük dediği cihadı küçük göstermek ve bunu Peygamberin ağzından yapmak ne büyük bir gaflettir. Nefsin korunması hususunda yine Kur’an-ı kerimde Yüce Mevla şöyle buyurur:
“Ey inananlar! Kendi nefsinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve (Yanıcı) taşlar olan (cehennem) ateşinden koruyun! Onun başında bulunanlar, emrettiği hiçbir şeyde Allah’a karşı gelmeyen, ama (Daima) kendilerinden isteneni yapan karalı, azimli melekler (Zebaniler) dir.” (66/6)
“Kim bir kötülük yapar yahut (Günah işleyerek) Nefsine hainlik eder, sonrada Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok affedici ve çok bağışlayıcı olarak bulacaktır.” (4/110)
Hindu mistiklerinin nefis mücadelesi yolunda giriştikleri riyazetler ve uzun oruçlar herkesin malumudur. Yine nice Rahipler, hayatın güzelliklerinden uzak uzun yıllar geçirmektedirler. Ancak Allah hakkında ki bilgisizlikleri onların bu çabalarının boşa gitmesine neden olmaktadır.
Hint miskinlerinin veya Rahiplerin bu halleri yanlış nefis cihadına örnektir. Nefis cihadının doğru olabilmesi için mutlaka Kur’an’ın koyduğu ölçülere uygun olması gerekir. Haramı terk ve vacibi yerine getirmek için verilen cihat makbuldür.
Makbul cihat, nefsi aşırılıklardan arındırma ve Allah’ın dilediği hizaya sokmakla olur. Makbul cihat, her hareketinde Allah’ın hükmü ve rızası gözetilen cihattır. Allah ile bağları koparan cihat, kesinlikle merduttur.
Not: Bu yazı da M. Erol Hocanın kitabını tahlil ederek yazılmıştır.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?