Tasavvuf ehlinin, Kur’an mesajı ile ters düşen önemli bir anlayışı da “cennet istememe” şeklinde ifade edilen söylemidir. Böyle bir inanış İslam’a uygun olabilir mi? Allah’ın mümin kulları için müjde olan “ Büyük nimet cennet” için istemeyiz demek bir mümine yakışmayan bir tavırdır. Allah’ın nimetine nankörlük olur, vahye ters düşer.
Vahiyden uzaklaşan ümmeti Muhammed’in bidat ve hurafe bataklığına nasıl battığını, gerçek İslam’dan nasıl uzaklaştığını ve bu tür anlayışların da daha çok tasavvuf ehlinde görüyoruz.
İnsanların daimi saadetinin ebediyen mekânı bulunan Cennet’in; bu mükâfatı ilahinin istenmemesi veya küçümsenmesinin Müslümanlığa uymayacağını ayet ve hadislerle izah etmeye çalışalım:
Bu konuda ki ilk sapma eğilimi gösteren Hicri 185 yılında vefat eden, “flüt çalan” Rabiat’ül Adviye’ye olmuştur. Rabiat-ül Adeviye, Süfyani Sevri’nin sorusuna şu cevabı vermiştir:
“Kötü bir kul gibi ne cehennem korkusuyla, ne cennet arzusuyla Allah’a ibadet etmedim. O’nu, O’na ait ve O’na yönelen bir aşkla ve sevgiyle sevdim” demiştir. R. Adeviye, daha da ileri gitmiş ve “Cenneti yakmak ve cehennemi batırmak istiyorum” diye haddini aşan bir sözde söylemiştir.
Yine Ebul-Hasen Harkani’ nin de, “Cennet ve cehennem benim için hiçtir” dediği söylenir. Böylesi acayip sözleri, İmamı Cafer Sadık’a da yakıştıranlar olmuştur.
Daha sonra gelişen tasavvuf ve tarikatların büyüklerinin çoğunluğu, cennet istemeyi veya cehennemden uzak kalmayı nefisleri için küçük görmüşlerdir. Tabidir ki, ibadet eden her kişi bu ibadetleri Allah rızası için yaparlar. Allah’ü Teâlâ da “Kulundan razı olunca o kuluna en büyük nimeti olan cenneti vereceğini birçok ayetinde bizlere bildirir. Ama cenneti istemeyen mistikler, sadece Allah’ın rızasını istediklerini söylemezler. Ne istedikleri açıkça belli olmayan ve kapalı bir ifadeyle “Allah’ı” istediklerini söylerler. Bundan maksadımız da Allah’ın rızasıdır da demezler.
Tasavvuf ehlinin Allah’ı istemesi bana “Fena fillah ve Beka billah” anlayışını çağrıştırıyor. Çünkü tasavvufçuların “ Allah’ta yok olmak ve Allah ile baki kalmak” gibi bir istekleri vardır. Buradan da anlaşılıyor ki, tasavvufçuların “sadece Allah’ı istemeleri” Allah’ta yok olmak ve Allah’la baki kalarak kısaca “Allah’a ortak olmak” gibi açıkça bir şirk istiyorlar.
Hâlbuki Rabbimiz şöyle dua etmemiz gerektiğini bildiriyor: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyi hal ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” (2/201)
Yunus Emre’ye atfedilen, ona ait olmadığı da söylenen bir şiir vardır: “Cennet-cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç Huri, İsteyene versen anı, bana seni gerek seni.” Şeyhül İslam Ebussud Efendi bu şiir hakkında “Şeni’a küfr’i sarihtir” Yani açıkça utanılacak bir küfürdür” demiştir. Aynı konuda Şeyhül İslam Mustafa Sabri Efendi de “Tasavvufçular arasında cehennem azabından kurtulmak gibi, cennet nimetlerini kazanmak ta ayıplanır olmuştur” demiştir.
Hâlbuki Kur’an ayetlerinde, “Çalışanlar işte bu gibi saadetleri (Cenneti) elde etmek için çalışsınlar” buyurulur. (37/61)
Diğer bir ayette, “İyiler kesinlikle cennet nimetleri içindedir. İşte yarışanlar bu cennet nimetine kavuşmak için yarışsınlar” diye buyurulur. (83/22-26)
Ve biz biliriz ki, cennet küçümsenemez ve birkaç huriden de ibaret değildir. O, imtihan olunan kullarına Gafur ve Rahim olan Allah’ın müjdelediği mükâfat âlemidir. O cennet ki, Allah tarafından kitabında müminlerin canlarının ve mallarının bedeli olarak verileceği bildirilmiştir.
Onun için Cenabı Hak Kur’an-ı Kerim de, “Rabbinizin affına mazhar olmak ve Allah’ın emirlerine uygun olarak yaşayan kimseler için hazırlanmış, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete ulaşmak için birbirinizle yarışın.” (3/133) ki; müminler için yaratılmış cennetlerdir, onlar için var edilmişlerdir. Müminler için en büyük saadet de budur.
Yine Hz. İbrahim, “Rabbim! Beni nimet yurdu olan cennete girenlerden kıl” diye dua etmiştir. (26/85)
Diğer taraftan İslam devletinin temelini Rasulüllah ile beraber atan Medineliler, Rasulüllah ’tan cennet müjdesini alınca canlarını bu uğurda seve-seve feda etmek üzere: “Öyleyse elini ver” dediler. Ahiret; cennet ve cehennemi ile; saadet, felaketiyle devamlı onların önünde temsil ediliyordu. Onların sözlerinden; cennete şiddetli arzu ve hasret duymakta, cehennemden büyük bir korku hissettikleri anlaşılıyordu.
Cenneti istemek hususunda birde hadis yazalım: “Bütün ümmetim cennete girer, yalnız istemeyenler müstesna.” Öyleyse cenneti istememek büyük hata olur.
Son olarak, akaide göre hüküm şöyledir: “Allah bana şu işten dolayı cenneti verse istemiyorum demek” insanı küfre götürür. Cenneti istememek, İmamı Bigivi ve Elmalı’lı Hamdi Efendiye göre de küfürdür.