Ne kadar da çok adı var bu yağmurun. Kışın yağdığında karla karışık, yazın yağdığında yaz yağmuru, ilkbaharda yağınca bahar yağmuru, sonbaharda yağınca güz yağmuru diye adlandırıyoruz. Bazen deli gibi bastırıyor, sağnak oluyor, bazen serpiştiriyor bazen de çisil çisil yağıyor. Her mevsim başka güzel yağıp, doyulmaz bir tat veriyor yüreklere. Toprağın aşkı oluyor yağmur.
Şiddetine rağmen, sıcak yaz yağmuru hariç, her defasında rüzgar esip hafiften üşütse de beraberinde tuhaf bir hüzün ve muazzam bir huzur getiriyor. Neden bu kadar güzel, rahatlatıcı ve hüzünlü olduğunu anlayamıyorum bu yağmurun. Hem sevindirebilme hem üzebilme kapasitesine nasıl sahip olduğunu çözemiyorum bir türlü.
Bu gece şehrime, aylardan sonra bardaktan boşanırcasına ilkbahar yağmurları yağıyor. Her şehrin yağmuru ayrı bir güzeldir ama bu şehre de bu dünyaya da çok yakışıyor. Milyarlarca gezegen sistemi içindeki gezegenlerden olan dünyamızı yağmur farklı kılıyor.
Perdeleri açılmış, ışıksız ve ılık bir odada pencere kenarından bakıyorum. Bir sokak lambasının ışığında ne de güzel görünüyorlar. Yıldızsız, gri ve sessiz olan bu gecede damlaların cama çarpıp birer birer düşüşünü izliyorum. Cama vururken ve çinko çatılarda çıkardığı müziği dinlemek beni tarifi imkansız bir şekilde mutlu ediyor. Çünkü sadece kendi sesini hakim kılıyor yeryüzüne. Kainatın en güzel seslerinden biri olduğunu düşünüyorum. Beni kendimden alıp götürüyor bu melodi. Farklı bir alıp götürme eylemi ama bu.
Bu yağmura ne kadar anlamlar yüklüyoruz ve biz insana neler neler düşündürüyor. İmkansızlıkları, umudu, hayalleri, acıları, unutulamayanları, pişmanlıkları, özlemleri, yağmurlu bir günde yaşanan acı ve tatlı anıları. Bazılarının tek kişilik şemsiyesine ve yorgun kalplerine yağan yalnızlıkları.
Kimisinde ise yağmurun sesi ninni etkisi yapıp, uyuma isteği uyandırsa da dışarıya çıkma, kendimi yollara atma isteği uyandırıyor bende. Hiçbir şeyi umursamadan sırılsıklam olmak, iliklerime kadar ıslanmak, düşünmek için saatlerce yürümek, ölmeden önce bir kerecik de olsa bu mucizevi güzelliği yaşamak istiyorum.
‘’yağmur geceden al beni
yağmur seline sal beni’’ şarkısını tebessümle mırıldanıyorum.
El alışkanlığıyla şemsiyemi açıyorum ama hemen sonrasında kapatıyorum.
İnsanoğlu yağmurda ıslanmaktan neden kaçar ki? İlginç olan yağmurda kuru kalmak değil midir? Bazıları yağmuru hisseder bazıları ise yalnızca ıslanır, diyorum kendi kendime.
Ve dışarıdayım yağmur şimdi sessiz ama ihtişamlı yağıyor. Yağmur başlayıp sokaklar tenhalaşınca her yer benimmiş gibi geliyor bana.Şiirlerde, şarkılarda en fazla kullanılan kelimlerden biri olmasını şimdi daha iyi anlıyorum. Şehrin bu eşsiz silueti sadece edebiyata mı bana da ilham veriyor. Tenime en saf en duru su değdikçe, saçlarımı ıslattıkça, suyla birlikte beynimdeki bütün düşünceler, içimde birikenler de akıp gidiyor. Toprağa düşen yağmurun şıpırtısıyla, ağır ağır yürüyorum sukunetimi hiç bozmadan.
Doğayla bütünleşip, suyla aramda duygusal bir yakınlaşma başlıyor.
Hayatın bu bitmez tükenmez koşuşturmasından, telaşından ne kadar bunaldığımı hissediyorum. Islandıkça sakinleşiyorum, yaşadığımı, nefes aldığımı, özgür olduğumu ve göklerden kalbime bir serinlik, bir sonsuzluk geldiğini hissediyorum. Hayat nasıl giderse gitsin içimin umutla dolduğunu ve hissettiğim her yağmur damlasının, insan ruhunun dinlemesi için, Allah’ın bize verdiği ne kadar büyük bir lütuf olduğunu düşünüyorum.
Her şeyi bir kenara bırakıyorum. Kafamdakileri atıyorum. Havanın değişen ve tatlılaşan kokusunu içime çekiyorum. Bence bu mevsimin adı ‘’huzur mevsimi’’ olmalı, yeniden hayat bulup, ruhun tazelendiği mevsim.
‘’Yağmurlu bir gündü tıpkı bu gün gibi ‘’ diyerek anılara dalmak istemiyorum ama çocukluğumun hatıraları da peşimden gelmiş. O zaman da çok severdim yağmuru ve deliler gibi ıslanmayı. ‘’Arap kızı ‘’ şarkısını camın kenarına oturup, çocuksu bir masumiyetle söylediğim anlar aklıma geliyor ve gülümsüyorum. O Arap kızının kim olduğunu hala bulamasam da yeni neslin bu şarkıyı bilmemesine üzülüyorum.
Şimdi de çocukluğum kokan damlalarda ıslandım, yaşlanmak da güzel, ıslanmak da aslında.
Bir yağmur ve bir de benim şimdi caddelerde. Yeni gelecek mevsimin doğum sancıları bunlar. Doğa kendini yeniliyor, temizliyor, ve toprak yeniden hayat bulacak.
Her yer, evler, ağaçlar, caddeler, sokaklar tertemiz oluyor, alıp götürüyor önüne bütün çıkanları. İnsanoğlunun tüm pisliğini, çöpünü silip süpürüyor.Resmen yıkıyor bütün şehri. Bunu yapmaya okyanusların bile gücü yeter miydi acaba?
Biz de arınsak bu yağmurla, ruhlarımız temizlenip kirlerden durulansa. Düşüverse damlalar kirli avuçlarımıza. Kibrimizi, gururumuzu sessizce siliverse.Kalbi taş parçası gibi olanları yumuşatsa, kötülükleri toprağa katıverse. Yüreklere de yağıp gözleri ıslatsa, gözyaşlarımız yağmura karışsa, içimiz yağmalansa. Dünyanın en temiz en saf suyuyla ıslansak ve onun kadar duru ve mütevazi olsak. Hayatımız, yağmur gibi temiz ve saf bir su gibi olsa. Her yağmurdan sonra duyulan toprağın o baş döndürücü kokusu gibi güzel ve yeni doğmuş bir bebek gibi berrak olsak.
Daha az hissedip, daha çok maddeleşen bu insanlığın üzerine her yağdığında dünyadaki yalanı, dolanı, riyakarlığı yok etse.Dünyanın ağırlığından kurtulsak. Hepimizi varlığımızın özüne döndürse.
Çok mu şey istiyorum acaba? Ama umut, içinde yağmur da kar da olsa hiç bitmeyen bahar mevsimidir benim için.
Yağmuru anlamak lazım çünkü onda Allah’ın rahmeti var. Belki de içime işleyip bana bunları düşündüren de bu rahmet.
Daha da fazlası göklerden gelen bir mesaj var. Yağmur saftır,temizdir ve bu en büyük gerçeklik, içtenliktir. Kendimizi değiştirmek için bundan daha iyi gönlümüze akan ilahi bir su var mı ?