İnsanlar dünyaya; saf, temiz ve hayal dünyaları mutluluğa endeksli olarak gelirler. Bu yüzden bütün inanç sistemleri çocukları suçsuz, melek ve cennetlik olarak görürler. Ama zaman insanları doğumdan ölüme kadar öyle bir yoğurur ki; bu yoğrulmanın içine yaşanmışlıklar, değerler, kültürel faktörler, anne ve baba tutumları, toplumsal statü, bulunduğu toplum, inanç değerleri gibi birçok karışımı içine alarak ancak kıvama gelir. Bu karışımı vicdanı ile aromalandırarak, kendi kişisel yapısını ortaya çıkarır. Bu kişilik yapısı; bazen alkışlanacak, topluma faydalı, herkesin hoşuna gidecek işler ortaya koyduğu gibi; bazen de bunu insan olan yapamaz, yapmamalı denilecek kadar suç işlemiş olabilir. Böylesi durumlara ve hayıflanmalara şahit oluruz. Şahit olmuşsunuzdur diye düşünüyorum.
Yıllar önce Ankara’da bir seminerde sunum yapan hocamız bizlere çocuklarımızı nasıl bir okulda veya nasıl bir öğretmende okutmak istediğimizi sormuştu. Cevabı tahmin edersiniz. Hep birlikte donanımlı, kendini yenileyen, iletişimi iyi olan bir öğretmen ve fiziki olarak her yönüyle tamamlanmış bir okul olmalı diyerek cavaplamıştık. Hocamız da; “Ben de sizin gibi düşünüyorum. Çocuklarımız iyi yerde okumalı ve kaliteli bir eğitim almalı” demişti. Arkasına fakat ile başlayan; “Ya o sınıf köşelerinde oturan sessiz çocuklar, birileri tarafından dışlanmış, içine kapanık ya da yaramazlığı ile kendini ifade etmeye çalışan ama çalıştıkça daha da dışlanan çocuklar, iyi eğitim vermezsek onlara sahip çıkmazsak... O bizim her türlü ayrıntıyı düşünerek yetiştirdiğimiz çocuğumuza zarar verirse ne yaparız?” sorusu hala kulaklarımdadır. Evet bilerek veya bilmeden bazen ailemizde okulumuzda veya mahallemizde çocukları dışlıyormuyuz diye kendime hep sormuşumdur. Toplumda feda edilecek bir fert yoktur gerçeğinden hareketle, toplum denen dinamik bir makinanın dişlerinden biri olan her bir fert işlediği suçla toplumsal yapıya zarar vermez mi? Dışladığımız bir çocuğu suçun kucağına atış olmaz mıyız? Şuç işlemede veya suça meyletme de dışlanmışlığı birinci neden olarak görüyor başlka nedenler üzerinde durmak istiyorum.
Büyüklerimiz vardı. Gördüğümüzde yanlış yapmamak için çaba sarfettiğimiz, onlardan çekinsek dahi yanlarında güvende olduğumuzu hissettiğimiz eli öpülesi büyüklerimiz. Kavga eden, suç işleyen veya argo konuşan çocuklara müdahele eden, hakemlik yapan büyüklerimiz. Çocuklar, büyüklerini anne ve babalarına şikayet edemezdi. Bilirdi ki anne ve babası da kendisini haksız bulacak. Ama zamanla gelişen ben merkezciliği ve bir takım toplumsal kaygılar bu büyüklerimizin sayısının azalmasına neden olmuş, “görmedim, duymadım, bilmiyorum” kavramları belleklerde yer edinmeye başlamıştır. Kimse benim çocuğuma karışamaz suçu da günahı da benim diyen anne ve baba sayısında ki artış da büyüklerin sayısının azalmasına neden olan ayrı bir unsurdur. Görülmesi gereken; çocuğun ailesi biz olabiliriz ama o çocuk da toplumun bir parçası esasını bazen unutuyor olmamız. Bu tür yaklaşımlar çocuğun dışarıda suçu rahat işlemesine veya suça ortak olmasına zemin hazırlamaktadır.
Yine halk arasında çok sık kullanılan; “bana değmeyen yılan bin yaşasın” sözünü söyleyerek bazılarımız suçu ve suçluları görmezden gelebilmekteyiz. Ama unutulan bir gerçek var ki; o yılanın her geçen gün büyüyeyecği daha zehirli hale gelerek bir gün bizlere dönecek olmasıdır. Gel gör ki bundan sonra pek yapabilecğimiz bir şey kalmayacaktır. Ben bunu daha önceden görmüştüm, duymuştum, biliyordum serzenişleri, vaktinde kullanılmadığından yersiz ve geçersiz olacaktır.
Çocuğumuzun bizi rahatsız etmemesi gerektiği algısı ve yanılgısı da başka bir yanlışlarımızdandır. Bizler o gün işten yorgun gelmiş olabiliriz, maç izlememiz veya dizi seyretmemiz gerekebilir. Ama nasıl olacak ki? Çocuklar ses yaparsa olmaz. İşin kolayı var. Çocuklar odanıza geçin ve internete bakın bizi biraz rahat bırakın anlayışı. İnternet ve sosyal medya doğru kullanılmadığında telefisi güç veya imkansız birçok olaya davetiye çıkarabilir. Bu durumda çocuklarımızı suçun içerisine atmış olmaz mıyız? Aile içi iletişimin zayıf olduğu bir ailede çocuklar başka iletişim kanalları aramazlar mı?
Çocuğun sosyalleşmesi ve toplumu tanıması topluma uygun davranış sergilemesi için en önemli unsurlardan biri de komşuluk ilişkileridir. Çocuklar, komşunun çocuğuyla oynamalı, komşuya saygıyı bilmesi gerekir ki dogru olan budur. Birbirlerini tanımayan komşular, ve her geçen gün komşuluk arasına örülen kalın duvarları üzülerek görmekteyiz. Kimseye yaklaşma, onlardan uzak dur anlayışı da çocuklarımızı yalnız bırakan başka bir etkendir. Sosyalleşememe ve toplumsal gerçeklerden uzak olması, onların içine kapanık olarak büyümesini, büyüdüğünde de toplumsal bir reaksiyonda nasıl bir tepki vereceğini bilmediğinden bazen suçun merkezinde yer alması kaçınılmaz bir son olabiliyor. Kopuk iletişimle toplumda ben de varım diyor. Tabi ne kadar olabilirse...
Ne ekersek onu biçeriz gerçeğinden hareketle çocuklarımızı suçtan ve suçludan uzak tutmalıyız. Onların sosyalleşmesini sağlamalı, toplumumuzun değerlerine bağlı, insani ilişkilerde yapıcı, saygılı ve güleryüzlü yetiştirmeliyiz. Bugün toplumda işlenen suçlar varsa neden olduğunu sorgulamalı çözüm üretmeliyiz. Suç veya suça giden yollarda önleyici tedir almalıyız. Yoksa suç işlendikten sonra o suça dair söylenecek çok şeyde kalmamış olur. Hep merak etmişimdir. Melek gibi olan çocukların bazıları, neden büyüdüğünde nasıl suçlu insan olabiliyor yada biz bunun neresindeyiz?