Merhaba sevgili dostlar.
Özellikle elli yaş üzeri insanların eski ve yeni karşılaştırmaları yapmalarına, eskiye özlem duymalarına çok şahit olmuşuzdur. Bu durum kimilerinde hastalık seviyesindedir. Sürekli eskileri anlatıp dururlar. Yenileri, özellikle yeni nesilleri sürekli şikâyet ederler. Bu insanların hafızaları da kuvvetlidir. Elli yıl önce yaşadığı bir olayı bu gün gibi size anlatabilirler. Teknolojik tabirle remlerini, harddisklerini hiç silmedikleri için kendilerini ve çevresindekileri de bir şekilde olsa yorarlar. Böyle insanların bir zaman sonra sıkıcı olmaları kaçınılmaz olur.
Özellikle bazı şehir kültürü dergilerine bakınız. Hep elli yıl öncesinde yaşarlar. Neden derseniz? Muhtemelen bu dergilerde yazan yazarlar elli yaşın üzerinde olmaları olabilir mi? Bu yüzden elli sene öncesini, özellikle çocukluk yıllarını yazarlar çoğu zaman. Düşünün bir, Sivas’ımızda elli sene öncesinden yazılmamış ne kaldı ki? Tarih kitaplarının görevini üstlenen birçok yazara şahit olmuşsunuzdur sizlerde. Eskilerin bir yere kadar yazılmasını anlarım. Zamanları kayıt altına alınmasını önemserim ama hep bu ruh halini yaşama ve yaşatma yaklaşımını anlayamıyorum. Belli bir yaş üzerinde yazar ve şair ağabeylerimizde de bu ruh halini gözlemliyoruz. Hep bir eski Sivas’ı anlatma ve günümüzle karşılaştırma çabası içerisindeler.
Bu günü doğru yaşamak daha önemlidir diye düşünüyorum. Eski tüm değerleriyle, güzellikleriyle dünde kalmıştır. Tarihteki yerini artısıyla eksisiyle almıştır. Eskiye müdahale edemeyiz ama dünü doğru anlayarak bu günü doğru yaşamalı ve geleceği daha iyi şekillendirmeliyiz. Yazar dostlarımızda ara sıra da olsa bu günü ve hayal ettikleri geleceği yazarlarsa daha iyi olur. Hayaller geleceği yazdırır muhakkak. Elli sene sonra Sivas’ı hayal ederek yazı ve şiir pekâlâ yazılabilir. Mesela yüz sene önce, henüz Sivas’a elektrik ve tren gelmeden bir süre önce, Bacanakzade Ziya Bey tarafından, “Sivas Başkent olsaydı” ana fikrinde “Rüya” isimli fantastik diyebileceğimiz hikâye kaleme almıştır.
Peki elli sene önce ne olmuş. En başta fakirliğin, imkânsızlıkların had safhada yaşandığı günler değil mi? Selçuklu’nun, Osmanlı’nın yaptıkları muhteşem eserlere benzer camiler, hanlar, hamamlar mı yapılmış? Yoksa Hz Mevlana ve Yunus gibi çağına yön veren âlimler mi yetişmiş? Bu örnekleri misli misli çoğaltabiliriz. Valla kimse kusura bakmasın. Sivas’a gelen misafirleri özellikle Selçuklu azda olsa Osmanlı eserlerini gezdiriyoruz. Son yüz yılda elle tutulur pek bir şey yok. Bu da gösteriyor ki, Taşhan’da, Buruciye Medresesinde çay keyfi yapılırken büyük medeniyetlerin temelleri atılmıyor. Çaylar yudumlanırken aval aval muhteşem medeniyetimizin seyrinden başka bir şey yapılmıyor maalesef.
İnsan eskiyi anlatırken daha çok kendi çocukluğuna olan özlemini anlatır aslında. İnanın şimdiki çocuklarda elli yıl sonra şu anı ballandıra ballandıra anlatacaklardır. “Fakirdik ama gururluyduk” diyen büyüklerimiz bilsinler ki şimdiki insanlar da bir o kadar gururludurlar. Bilakis şimdiki çocuklar birçok yönden daha şanslılar. Ebeveynler çocuklarına karşı hiçbir dönem olmadığı kadar ilgililer en azından. Geçmişle bu günü kıyaslarken şartları ve ortamı düşünerek kıyaslamak daha doğru olacaktır. Özellikle günümüz gençlerini acımasızca eleştirmemek gerekir. Zamanında bizimde yaşadığımız hataları, tecrübesizlikleri göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Bu bağlamda mükemmel gençlik kavramından kurtulmamız gerekiyor. Sonuçta hatalarımız bizleri eğitmiyor mu?
Her ne olursa olsun hayata karşı karamsar olmamak gerekir. Bazı noktalarda kötüye gidiş yönlerimiz olduğu kadar iyiye, güzele gidiş yönlerimizde çoktur. İyi ve kötü tercihler sonuçta biz insanların elindedir. Geçmiş, bugün ve gelecek döngüsünü dengeli ve sağlıklı temellere oturtmamız gerekiyor. Tarihimize sahip çıkalım ama hep mazide yaşamayalım. Hep geçmişi yazmayalım. Belki de yaşanmışlıkları yazmak daha kolay geliyordur insanlara. Eğer bizler muhasır medeniyetler içerisinde yerimizi alacaksak çok çalışmalıyız, çok üretmeliyiz, büyük düşlerimiz olmalı. Geçmişimizle, geleceğimizle, kültürümüzle beraber zenginleşmeliyiz.