Çeşitli mahfillerden yazılarıma itirazlar geliyor: “Niye tasavvufla uğraşıyorsun, Allah dostlarıyla ne alıp veremediğin var? Küfür ehli bu kadar azmışken sen niye İslam’ı daha iyi yaşamak için gayret eden tarikatçılarla mücadele ediyorsun” gibi tenkitlerle karşılaşıyorum. Bu sorulara zaman-zaman cevaplar yazdım, ancak bu sefer tahlilini yaptığım merhum Mehmet Erol Hocanın kitabından istifade ederek cevaplamak istiyorum.
Hoca bu durumu şöyle anlatıyor: Yüzyıllardır Türkiye de, bilhassa doğu vilayetlerinde “Şeyhlik ve tarikatçılık” denilen asılsız ve esassız hurafelerin hüküm sürdüğü herkesin malumudur. İnsanların gerçek tevhid dinine ulaşmalarına mani olan menfi sebeplerin başında cehalet, hurafe ve bid’at bataklığı gelmektedir.
Şeyhler, kendilerine bağlı olan insanların iradelerine tam manasıyla hâkim olmuşlardır. O kadar ki, mürit her şeyi şeyhten bilir. Mesela, birisi hastalandığı vakit Doktora gideceği yerde, hemen şeyhe koşar, hastalığının geçmesi için ya bir hayvan, ya birkaç kilo yağ yahut bir miktar para veya birkaç ölçek buğday götürür. Bazıları da bunlardan birini adar, Allah (cc) tarafından hastalığı geçerse onu şeyhe verir. Bir kısmı da adadığı hayvanı senelerce besler, bir sürü olduktan sonra şeyhe verir veya hepsini satar, binlerce tutan parasını olduğu gibi şeyhe takdim eder. Mahsul zamanı gelince şeyh ve adamları, tahsil memurları gibi köyleri dolaşıp, herkesten gücünün yettiği veya şeyhin istediği kadar mahsul alırlar. Şeyhin evinde yapılacak bir iş varsa, hemen her köyden gerektiği kadar adam toplanır ve gidip o işi bitirirler. Bu iş kadınları yapacağı bir iş ise, o kadar kadın toplanıp götürülür.
Buraya bizim ilave edeceğimiz çok şey var ama kısaca, yine doğunun Gavs’larından biri, konuşmasında “Gavs’ın evlatlarına köle olacaksınız, sizler başınızı yere koyacaksınız, onlar sizi çiğneyip geçecekler. Eğer sizler Gavs’ın ahırlarını temizlemezseniz, biz oraları meleklere temizletiriz” diyordu. Gavs’ın müritleri şeyhin tarlasında, işinde karın tokluğuna çalışırken, şeyhin oğlu da milyarlık arabalar içinde batılarda geziyordu.
Batı da ki şeyhler, doğudaki meslektaşları gibi ufak işlerle uğraşmıyorlar; çünkü onlar, ekonomik olarak çağ atlamış durumdalar. Her birinin altında Mercedesler, Bemeveler, yatlar, katlar, yalılar, köşkler, yayın evleri, gazeteler, Radyolar, Televizyonlar, fabrikalar, paralar, altınlar bin bir türlü şaşa içindeler.
Ermiş efendiler bu kadarcık dünyalıkla yetinirler mi hiç? İşin başında tam bir tevazu içinde Hak yoluna hizmet ettiklerini beyan ederek herkesten yardım dilenirler, her Partinin kapısını aşındırırlar. Hele biraz palazlanıp mal-mülk sahibi olunca ve de müritleri de çoğaltınca bir kişiyi bin yapar Parti başkanlarının karşılarına geçer isyan, baskı, şantaj ne gerekiyorsa ona başvurur dediğimiz dedik- çaldığımız düdük derler. Artık işlerine nasıl geliyorsa, Belediye meclisine, il genel meclisine üyelik mi dersin, Belediye Başkanlığı mı dersin, Milletvekilliği mi dersin hepsinden birkaç tane isterler. Hatta neden olmasın şu ara bizim Efendimizin oğlunu veya damadını veyahut felan abimizi Başbakan yapsak daha iyi olur derler. Dedikleri olursa ne ala, işlerinin olmasına yardımcı olanı büyük kurtarıcı hatta zamanın Mehdisi bile yaparlar. Hele bir de istekleri reddedilirse, vay geldi onların başına! Allah dostlarının düşmanları, Deccalın askerleri ve mürted olmaları içten bile değil.
Birileri çıkıp, “sana ne kardeşim, birileri bunlara yardım ediyorsa, para veriyorsa, makam mevki veriyorsa sana ne oluyor; yapabiliyorsan sen de yap, niye uğraşıyorsun, beğenmiyorsan sen yardımcı olma, ama olanlara niye mani oluyorsun” diyebilir. Bunu söyleyenler kendilerine göre haklı da sayılabilirler. Fakat Yüce Allah, okuyan, anlayan her Müslümana şöyle emrediyor: “İçinizden, iyi ve yararlı olana davet eden, eğri ve yanlıştan alıkoyan bir topluluk bulunsun. Nihai kurtuluşa erecek olanlar işte bunlardır. Ey inanalar! Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır. (Al-i İmran 104-105)
İşte yukarda ki ayette Yüce Allah bu yanlışları görüp anlayan herkese Emri maruf-nehyi münker yapmayı emrediyor. Ben haddim olmayarak, âcizane bu görevi yapmaya çalışıyorum. Daha da ötesi düştükleri hurafe ve Bid’at bataklığından imanlarının zarar görmemesi için uyarma görevini yapıyorum. İnşallah Müslüman kardeşlerim, hakikati görürler ve yaptığım bu uyarılardan dolayı bana kızmazlar. İkinci ayette ise, Yüce Mevla, “size Kur’an gibi apaçık delil gelmişken ayrılığa düşmeyin” buyurduğu halde her tarikatın ihvanı kendilerini “Turuki Naciye” yani kurtulanların yolunda olduklarını iddia ederler. Makamı Mahmudu, Peygamberimizin Livaül hamd sancağının altını kendilerinden başkasına layık görmezler.
Not: Bu yazı da Mehmet Erol Hocanın Tasavvuf dini isimli kitabı tahlil edilerek yazılmıştır.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?