<p style="text-align:justify"><strong>Bilge Dedem derdi ki; <em>?Biz Müslümanlığımız ve Türklüğümüzden dolayı hep gariptik ve yine garip olacağız.?</em></strong> Bundan ötürü ruhumuza evvela usul usul ağlamayı öğrettiler. Çünkü gülmekten ve gülümsemekten daha önemliydi. <strong>Birçoğunda iğreti dursa bile, gülmek her çehrede kendine yer bulabilmekteydi, anacak ağlamak herkesin kârı değildi. </strong>Hele sindire sindire ağlamak, ressamlara dahi fırça bıraktırıyordu. Bu nedenle, âheste âheste ağlayan bir resim göremezsiniz, sergi salonlarında?</p>
<p style="text-align:justify"><strong>Kutsal olmanın kederli olmakla bir bağı var herhalde.</strong> Bu yüzden bazıları imtihanın eşit şartlarda yapılmadığını iddia eder. Hâlbuki herkes <em>?gücümüzden fazlasını yükleme Allah´ım?</em> diye vahyin duasını bilir. Ancak bilmenin yetersiz kaldığına her gün şahit olmaktayız. Kâinatın renklerinden sıyrılmadan, ama vehimlerden uzaklaşarak, bildiğini yaşayan kaç kişiyiz şu darı-ı fanide. <strong>Bilmek ağlatır insanı, ne kadar bildiğini ne kadar gözyaşı döktüğünle ölçebilirsin?</strong></p>
<p style="text-align:justify">Çile, hep gamlı olanların karanlıklarında kol gezmez. Bazen adam olmanın da bedelidir. Kimi zamanda, bir amacın nişanesi ve cereyanıdır. <strong>Yalnız kutsal değil, hakikatli de olmak gereklidir, çileye talip olmak için.</strong> Refakatçilerin hastalar kadar acıyı hissedeceklerine dair bir kural konulmamıştır. Böyle bir ihtimal kabilde değildir. Şemsiye altında yağmuru izleyenlerle sırılsıklam olanlar aynı şeyleri düşünemez. <strong>Binaenaleyh, hiçbir özgürlük savaşı cılız gövdeli kardelenlerle yürümez.</strong> Bu yüzden muhayyilemin kanatları, Ziya Paşanın <em>?Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz?</em> mısrasına her takıldığında; şehirler üzerime çöreklenir. Kulaklarıma inanmam, ama yine de Kudüs ağlar ve işçiler eve yorgun gider.</p>
<p style="text-align:justify"><strong>Yok olmanın hazzı yerine, var olmanın çilesini tercih etmek gerekir.</strong> Zira gözyaşı, varlığın rızkıdır. Şayet bir ağaç, baharda yeni yapraklarına kavuşacağını bilmese, güz mevsiminin savurganlığına kolayca bırakmaz kendini. <strong>Yenilenmek için bazı eskilerden kurtulmak gerekir.</strong> Tefekkür yolculuğunda bu göçebelik ve ayrılık, olmazsa olmazdır. Tarihimin istikameti bana acılar üzerine medeniyetler inşa etmeyi öğretti. Bunu fehmettiğim zaman, elimde kalan birkaç neşve ile kalabalıklara yürüdüm ve izdihamlara karşı durdum. Gizlendim ara ara, lakin korkmadım. <strong>Sonraları öğrendiğim bir şeyde buydu; <em>?gizlenmenin iki ciheti ve mahiyeti vardır. </em>Birincisi<em>; Erkam´ın evinde insanlığın filizlenmesi için, </em>ikincisi ise;<em> Alamut kalesinde, mağaralarda ve gaybûbet evlerinde filizleri sökmek içindir?</em>?</strong></p>
<p style="text-align:justify">Sır çözmenin yükü, bir şairin içinde kalan şiirden daha hafiftir. Sır için çekilen her içli nefesin ruha giden bir damla yaşı bile, pek kıymetlidir. Lakin aşk için ağlamak acziyet sayılır bizim mahallenin kitabında. Bundan dolayı kendin olamazsın. Ya pervasızca salacaksın benliğini, ya da Fuzuli´den <em>?Leyla ile Mecnun?</em>u okuyup perdeler çekeceksin heyecanlı cezbelerine. <strong>Sırtımızın biraz kenarında, midemizin yakınında ve aklımızın orta yerinde fizik tedavi uygulamalarına nazire eden bir nefis havuzu var.</strong> İçinde enâniyeti kamçılayan reçeteler, başka kollara sarılıyor. Matbaalar çözülüyor, Ahmet Mithat Efendi ağlarken köşkü yıkılıyor, çünkü Muallim Naci erken ölüyor. Gözünü seveyim bize ne edebiyatın geleceğinden; kalk gidelim şu uykularımızdan, atlar kişnesin ve keklikler avlansın, bize ne?</p>
<p style="text-align:justify"><strong>Karşına aldığın tüm fanileri başkası sanma, zira</strong> <strong>kişi hep kendini yazar ve kendiyle konuşur.</strong> Bu sebeple, ağlarken de beğenilme fikri hiçte fena değil. Eskiler gibi ağlayacak halimiz yok ya. <strong>Devir, şatafata doymayan modern devir. Sevinçlerimizin, şarkılarımızın ve hüzünlerimizin dahi bir tarzı olmalı.</strong> Sadece bizim sahip olabileceğimiz bir biçimde göstermeliyiz herkese. Mitolojik bir destana dönüşmelidir kederimiz. Gençler bayılmalı ve hatta kontrolden çıkmalıdır. Mutedilce yaşamakta nedir, afallaması lazım herkesin. Öyle bir ağlamak ki bu, hiçbir şey bir daha normale dönmesin.</p>
<p style="text-align:justify">Sonsuz tanıklığın gölgesinde hep dem vurduğumuz şey, gönül medeniyeti olmuştur. Topuklarımız yıpranmadan ve Necip Fazıl´ın gölgesi altında <em>?şakaklarımıza kar yağmadan? </em>ve içlenmeden ve hislenmeden ve usul usul ağlamadan kabil midir bu medeniyeti kurgulamak. John Vance Cheney; <em>?gözler yaşarmadıkça, gönülde gökkuşağı oluşmaz?</em> diyor. Filhakika? <strong>Şu misafirliğimizde hangi gökkuşağının tasavvuruyla yanıp tutuştuğumuz ve hangisinin altından geçmek istediğimizi soran olsa, ağlayan göstergelerimizin puanı kaça inerdi acaba.</strong> </p>