´´...Geçen hafta telefonda bana ?Azizim!´ diye hitabeden sesi duyunca, 20 sene öncesinden Marmara Kafe´de tavla oynarken bu sesi duyup başını kaldıran genç adam oldum birden.
-Silivri´deyim. Sahilde bir bakımevi? Beni ziyarete gelir misin?
Bakımevi deyince ne çok görüntü birikir zihnime? Ev hali kıyafetlerle oturup duran beyaz saçları dağınık bir sürü mutsuz yaşlı? İlaç kokan odalar? Şen şakrak bakıcılar? Gardiyan yüzlü idare personeli? hijyen? Örtüsüz masalar? Yastıksız kanepeler? Halısız zemin?
-Tabii, dedim. Tabii? Meşguliyetimin elverdiği ilk fırsatta?
-Çabuk, çabuk? deyip kapadı.
. . .
Ertesi gün aradı? ve daha sonraki gün? ve daha sonraki gün? ayağım gitmiyor. Birkaç gün sonra babamın ölüm yıldönümü? Hepsi peş peşe yaşlanan annem, kayınvalidem, halalarım? Geçen hafta kurşunlanan avukat arkadaşım? Sanıyorum ki bir yaşlı daha görsem bir hasta daha görsem yüreğim orta yerinden çatlayacak?
Bu sabah onun telefonuyla uyanınca giyinip çıktım. Salgın yasaklarının uygulandığı son hafta sonu? Bomboş sahil yoluna girip kış rüzgarında çırpınıp duran denize cepheli bakımevinin önünde durdum.
İlk beklentim gardiyan yüzlü bir görevli? Işıkta durmuş arabayı silen sokak çocuğuna bakar gibi yüzüme bakan sarı saçlı, çatık kaşlı kız işte o gardiyanın ta kendisi.
- Bir hastanızı görmeye geldim.
-Bugün görüş yok.
-Avukatım?
Kimliğimi cama dayadım.
Yüzü daha kızgın bir hal aldı kimliğimi görünce.
-Bugün görüş yok?
Cezaevi kapısını bile açan kimliğim ile bakımevinin kapısını açamayacağını anladım fakat ısrar ettim.
-O halde yan tarafa geçin? Sizi içeri almadan görüştüreyim.
Üzeri demir parmaklarla çevrilmiş duvar boyunca yürüyüp bahsettiği yeri buldum. Uykulu bir oğlan, elleri eşofmanının cebinde kime baktığımı sordu. ?Bekle?´ dedi ardından.
Yirmi dakika sonra üç yaşlı çıktı dışarı? Tekerlekli sandalyeden doğrulan uzun sakallı, çakmak gözlü, kuru yüzlü adamı tanıdım. Duvarın iki yanından aramızdaki demir parmaklıkları tutarak konuştuk. Dersimli Seyit Rıza´ya benzetmiş yaşlılık onu. Çocuk gibi hıçkırarak anlattı.
Önce yalnız kalmış, Tekirdağ´ın bir köyündeki çiftliğinde yalnızken ayağını kırmış önce. Sonra evlatları onu buraya getirip bırakmış. Üç aydır bu bakımevinde kalıyormuş.
-Çıkar beni buradan. Hak bildiğin hatırına çıkar?
-Çıktığında nereye gidersin?
-Tekirdağ´daki köy evine? Oraya götür beni?
-Orada yalnız ne yaparsın? Soğukta nasıl ısınır, ne yer ne içersin.
-Götür beni evime? Götür orada öleyim.
-Üstat etme eyleme?
İki oğlan bir kız evladı varmış. Kız öğretim üyesi, oğlanların biri doktor, diğeri mühendis. İyi yerlerde okutmuş onları. İyi yerlere gelmişler. Belli ki bir insan enkazını sırtlanmak istemiyor hiç biri.
-Kardeşin, yeğenin?
-Onlar istemez beni. Çıkar, çıkar evime götür beni.
O hıçkırarak ağlarken biraz ötede beyaz saçlı dinç bir ihtiyar yanı başında tekerlekli sandalyede oturup boş nazarlarla bakan bir başka yaşlı adama delişmen bir ergen oğlan gibi küfürler ederek şaka yollu yumruklar atıyor. Orasını burasını mıncıklıyor. Eşine sövüyor, adını hatırlayan kimse kalmamış anasına sövüyor, kızı olup olmadığını soruyor. Adam hiçbir şey demiyor. Başını kucağına eğiyor. Diğeri gülüyor.
. . .
Beni orada beklemesini söyleyip tekrar bakımevi kapısına yöneldim. Gardiyan kız yine arabasının camlarını silen sokak çocuğuna bakar gibi baktı suratıma kapının gerisinden. Konuşmak istediğimi söyledim. Siyah demir parmaklıklı yüksek bir kapıyı gösterdi parmağıyla.
-İdareciyi görmek istiyorum, dedim.
Uzun uzun sorguladıktan sonra bu yasaklı hafta sonunda başına iş çıkarttığım için gözleriyle bana küfrederek ayrıldı oradan. Biraz sonra bakımevi müdiresi göründü. Ağzını kapayan maskenin üzerinden bana bakan gözleri bizim ailenin kadınlarının gözlerine benziyor. Ancak benim farkına varabileceğim bir ayrıntı bu. Bu gözlerle bakan kadınları tanıyorum ben.
-Bir kanuni kısıtlılığı var mı? Vesayet altında mı?
-Yok?
-O halde nasıl tutuyorsunuz?
-Kendi başına on adım atamayan bir adamı sokağa nasıl salarım?
-Evlatları gelip alsın.
- Onun burada kalmasını istiyorlar.
-Çıkmasının yolu nedir?
-Bir yakını gelip kabul ederse teslim ederim.
. . .
Tekrar yanına döndüm. Parmaklıkları tutmuş beni bekliyordu.
-Bu halinle çıksan nereye gidersin?
-Evime?
-Çocukların alıp götürmeli.
Elindeki telefonu uzattı bana. Oğluyla yazışmasını okumamı istedi.
-Okumam doğru olmaz, dedim.
Israr etti okudum.
?Lütfen telefonumu aç?´
?İşim var Papa? Sen kolay kazanmış olabilirsin ama ben parayı kolay kazanmıyorum.´
?Lütfen beni buradan çıkar´
?Papa? Oradan daha iyi bir yerde kalacağını mı sanıyorsun.´
. . .
-Bana birkaç gün izin ver sana yardım etmem için.
-Hayır? Hayır bugün? Eşyalarım kalsın burada. İstemiyorum. Beni bu insanların arasında bırakma. Ben yetmiş yaşındayım henüz. Hukuki işlem ehliyetim var. Çıkar götür beni.
-Birkaç gün sabır? Sadece birkaç gün sabır? Lütfen?
-Hayır? Bırakma beni. Al götür. Buradan götür denize at? Bir hücreye koy? Ama bırakma beni.
Kıvranıyorum.
-Lütfen birkaç gün?
-Hayır? Ben bekleyemem? Ölürüm burada? Dua ediyorum, burada kalırsam Allah ya canımı ya aklımı alsın. Anlamayayım, duymayayım, görmeyeyim. Bırakma beni.
-Birkaç gün?
-Bırakma? Allah´tan ve senden başka umarım yok. Bırakma beni.
Elini uzatıyor. Zavallı bir çocuk gibi elini uzatıyor.
İçim boşalıyor. Dizlerim çözülüyor. İkimiz duvarın iki yanında ağlıyoruz... ´´
( Av. Hulusi ÜSTÜN-Silivri )