Tarihî bir süreçten geçiyoruz...
Yol ayırımımın eşiğine gelip dayandık:
Ya olacağız ya da öleceğiz...
Ya varolacağız ya da yok olacağız?
Ama biz hep olduk; varolduk ve olduk: Biz varoldukça, dünya varoldu, nefes aldı...
Olma-ölme meselesi, varolma-yokolma ayırımı, sadece bizim eşiğine gelip dayandığımız bir yol ayırımı değil.
Dünyanın da yaşadığı zorlu bir süreç bu.
BİZİM VERECEĞİMİZ KARAR, DÜNYANIN GİDİŞATINI BELİRLEYECEK?
Yüzyıllar sonra ilk defa, bizim vereceğimiz karar ya da ortaya koyacağımız performans, dünyanın gidişatını şekillendirecek.
Çok iddialı, fazlasıyla abartılı, ayağı yere basmayan, iler-tutar tarafı olmayan gözlemler gibi gelebilir söylediklerim.
Eğer kafanızı kuma gömmüşseniz, dünyanın yaşadığı sorunu hem felsefî / teorik hem de pratik olarak okuyabilecek bir derinliğe sahip değilseniz, söylediklerim abartılı, iler-tutar tarafı olmayan hayalî iddialar olarak görülecektir.
Yok eğer yaşananları, bir bütün olarak kavrayabilecek bir tarih felsefesi birikimine sahipseniz, yaşananların, en azından Soğuk Savaş´ın bitmesinden sonra yaşadıklarımızın Wallerstein´ın yerinde ve kışkırtıcı tanımlamasıyla ?bildiğimiz dünyanın sonu? anlamına geldiğini, dünyanın ?belirsizlikler çağı?nın eşiğine sürüklendiğini, çeyrek asırdır geleceğin dünyasının kurulmaya çalışıldığını, geleceğin dünyasının kurulmasında bizim belirleyici bir konumda olacağımızı, işte bu nedenle, Amerika´sı, Almanya´sı ile topyekûn Türkiye´yi içerden ve dışardan hedef tahtasına yatırdıklarını daha net olarak görebilirsiniz?
OSMANLI DURDURULDU
AMA BİTİRİLEMEDİ?
Osmanlı, çöküş asrında bile, dünyanın denge unsuruydu. Bunu, dönemin süper gücü her tür iğrençliğe başvuran İngilizler de, amansız düşmanımız Ruslar da, ayartıcı ve sahte müttefikimiz Almanlar da biliyor ve teslim ediyordu.
Ne zaman ki, Osmanlı durduruldu; işte o zaman, dünyanın dengesi bozuldu.
Kafkaslar, Balkanlar, Arap dünyası paramparça oldu; Türk dünyası yok oldu.
Emperyalistler, birbirlerinin boğazına sarıldı iki dünya savaşıyla birlikte.
Şu an yaşadığımız küresel, bölgesel ve ülke içindeki sorunların kökeninde Osmanlı´nın hâlâ bitirilememesi gerçeği gizli?
Osmanlı durduruldu, bilfiil tarihten silindi ama bilkuvve bitirilemedi, yok edilemedi.
Yok edilemezdi; çünkü bizzat çağımızın en büyük tarih felsefecisi, Batı uygarlığının İbn Haldun´u Arnold Toynbee, ?Osmanlı, insanlığın geleceğidir? demişti.
Arap dünyasında, sömürgecilerden kalan eğitim sisteminin sonucu olarak, Osmanlı´ya emperyalist olarak bakılıyordu. Ama yaklaşık son on yılda yaşadıklarımızdan sonra, bu emperyalist Osmanlı algısı hızla yerle bir oldu ve herkes Osmanlı´yı arar oldu, saygıyla, şükranla yadeder oldu.
Ve bu arada bir şey daha oldu: Arap dünyasında, Osmanlı´yla ilgili yayınlarda tam bir patlama yaşandı.
Benzer bir süreç Balkanlar´da, Kafkaslar´da ve bu coğrafyanın çok çok ötesinde de yaşandı. Yemen´den Endonezya´ya, Güney Afrika´dan Patani´ye kadar herkes Osmanlı´yı arar oldu, hayırla yadeder oldu.
TÜRKİYE´NİN GELİŞİ, BATILILARI
ÜRKÜTMEYE YETTİ?
Niçin peki?
Bu sorunun tek bir cevabı var: Batılıların dünyayı sömürgeleştirdikleri, bütün medeniyetlerin kökünü kazıdıkları bir zaman diliminde Osmanlı´nın bütün dinlere, kültürlere ve medeniyetlere nasıl hayat hakkı tanıdığı, farklı dinlerle, kültürlerle ve medeniyetlerle, sulh ve selamet, adalet ve hakkaniyet düzeni içinde nasıl birarada yaşanabileceğinin formülünü Medine´den süt emen Osmanlı gerçekleştirmişti sadece.
Hatta 1996 yılında rahmetli Erbakan, Başbakan olduğunda Batı basınının ortak manşeti ?Osmanlı´nın gelişi? şeklindeydi.
O yüzden yaklaşık Özal´ın Karadeniz İşbirliği Teşkilatı´nı kurmasıyla başlayan, Erbakan´ın başbakanlığıyla süren ve son on yıldır da Erdoğan´ın stratejik adımlarıyla hızlanan Türkiye´nin gelişi, Osmanlı´nın gelişi olarak algılandı her yerde. Batı´da da, mazlum dünyada da. Batılıları ürküttü, mazlumları umutlandırdı bu.
Soru şu burada: Türkiye, geliyor muydu gerçekten?
Türkiye, bir medeniyet fikrini dünyaya sunacak donanıma ve hazırlığa sahip değil henüz. Ama bu ruha sahip. O yüzden mazlumlara karşılıksız kucak açan tek ülkesi dünyanın Türkiye oldu.
Bu da, Balkanlar´dan Malay havzasına kadar dalga dalga kitleleri umutlandırdı, bu kitleler bizimle yattılar, bizimle kalktılar ve sürekli olarak bize dua ettiler.
Niçin?
İslâm dünyasının makus talihini -dün olduğu gibi- bugün de yenecek Türkiye´den başka ülke yok çünkü.
Batılılar, işte bu gerçeği, Türkiye etrafında dünyada esen rüzgârı çok iyi gördüler.
Daha Türkiye bilkuvve umudu, bilfiil umuda dönüştürmeden, Türkiye´yi hedef tahtasına yatırdılar.
Batı ittifakının bir üyesi olmasına, Batılı kurumlara bağlı olmasına rağmen Türkiye´nin altını oymaya, darbe yapmaya, darbecileri korumaya, teröristleri beslemekten geri durmayacaklarını açıkça ilan etmeye başladılar.
BATI, YOĞUN BAKIMDA?
Nedir bu?
Batı´nın bitişi, Türkiye´nin gelişini her hâl ve şartta durdurma psiko-patolojisi?
Batı, komada: Büyük düşünürler, sanatçılar, bilge adamlar çıkaramayacak kadar felsefî bir çöküş yaşıyor.
Her büyük çöküş hâdisesinde olduğu gibi saldırganlaşıyor, azmanlaşıyor, dünyayı kan gölüne çevirmekten geri durmuyor?
Türkiye´yi korkulu rüyası, kâbusu olarak görüyor?
Şimdi dünya bir tercihle karşı karşıya: Olmak ya da ölmek. Varolmak ya da yok olmak.
Biz olursak, varolursak, toparlanır ayağa kalkarsak, yeni bir dünya kurulabilir ve mevcut dünya çöker zamanla?
Ne demiştim: Türkiye, dünyanın ruhu, Batılıların kâbusu, mazlumların umududur.
Bunu Batılılar da hisssetti, mazlum dünya da gördü, iliklerine kadar da hissediyor?
O yüzden mazlum dünya, Balkanlar, Kafkaslar ve Türk dünyası bizim gelmemizi bekliyor...
Bizim gelmemiz, kendimize gelmemize bağlı.
Bütün yaşadıklarımız biz kendimize gelmeyelim diye zaten.
Mesele budur.
Türkiye, elbette ki, dik duracak ama dikkatli olacak, büyük hata yapmayacak, önüne bakacak, içeriye çeki düzen verip dışarıdaki büyük yolculuğa hazırlanacak?
Vesselam.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?