Edeb bir tac imiş Nur-ı Hüdadan
Giy ol tacı emin ol her beladan
Temiz ve asil duygulu insanlar, edebleri sebebiyle toplumun nazarında daima değerli ve kıymetlidirler. Ahlaklı, pâk ve prensipli kişiler edebin tecessüm etmiş şekliyle karşımıza çıkarlar. İmanla beslenen ve imanla doğru orantılı olan edeb, mümini şahsiyetine yakışmayan söz, davranış ve fikriyattan alıkoyar. Yani kişi, imanı ve inancının dairesinde ne kadar kalabiliyorsa, edebinin oranı o nispettedir.
İnsanlar hayatlarında sürekli bir hengâme, keşmekeş ve mücadelenin içerisindedirler. Bu bitmez gayretler ne uğruna yapılıyorsa, değerleri burada gizlidir. "Niçin geldin bu dünyaya biraz dur şöyle fikreyle..." diyen şair de, tefekküre daldıran bu mısrayı zikretmek suretiyle; hayatın muhasebesini yapmak için bir düşünme molası verilmesi gerektiğini ifade etmektedir. İşte iblisin refakatinden uzak bir şekilde hayatını tetkik ve analiz edenler, imanın ve hayânın zıddına doğru sele kapılıp giden tayfadan ancak edebli bir okuma ve fikirle kendilerini kurtarabilirler.
İnsana oku emri verilmesini bizler öylesine kitap okuma ile sınırlandırdığımızda hakikatin derinliklerine vakıf olamayız. Çünkü insan evvela yaradanı, sonra kâinatı ve daha sonra kendini okumak suretiyle nasıl bir mükemmellikle yaratıldığının farkına varıp, Allah´a şükretmenin adabını bilmelidir. Zira bu halk tabiriyle "adam olma"nın birinci ve öncelikli kapısıdır. Yani insan Allah´ın eşrefi mahlûkat dediği ve meleklerden bile üstün tuttuğu bu varlık içerisinde yer aldığı için, kendi türüne yapacağı her edeb dışı söz ve eylem, yaradana karşı dolaylı bir cüretkârlık ve iman elbisesine ise siyah bir leke bulaştırmak demektir. Bu nedenle insan kendi için belirlenen ilahi ve ictimai hukuk dairesinde hareket etmelidir. Mal, mülk, makam, başarı ve alkışa değer her ne varsa; muvakkat bir hazzın ötesine geçmediği kâmil manada özümsenirse, işte o zaman büyük bir kazanç elde edilmiş olur.
Sayfalarca ve ciltlerce kaleme alınabilecek olan adabı muaşeret mevzusunun hülasasının hülasası yapılması icap etse, herhalde bu derin meseleyi en iyi ifade eden cümle "ölçülü olmak" denilebilir. O halde bu çizgi üzerinden hareket edecek olursak, önemli saydığımız ve uçları keskin birçok hususun törpülendiği, insanlar ve toplumlar arasında ki dargınlık ve haset rüzgârlarının dindiği, kardeşlik bağlarını koparan ve yüzleri ekşiten duyguların "ke-en-lem-yekûn" sayıldığı görülecektir. Bunun yanında hayatımızı doğrudan veya dolaylı bir şekilde ilgilendiren olayları tetkik ederken; nazar edilen noktanın da yanlış olabileceği hususunu kabul etmek yine olgun insanların şanıdır. Ben hep doğruyum deyip karşıdakini sürekli eğrilikle itham etmek ölçüyü kaçıranların izansızlığıdır. Bu hastalığa sürekli mikrop üreten bataklığın adı ise "zan"dır. Kati bir şekilde "zannın çoğundan kaçının" emri ilahisi varken, hayatını bunun üzerine kurgulayan hastalıklı tipler, toplumun huzurunun da kan emici keneleridir.
Bilge Dedem adabla alakalı her sohbetinde olmazsa olmaz şu beş hususu üzerinde taşıyan kişilerden zinhar uzak durmamızı ifade ederdi.
Evvelen; İnsanların ayıplarını, kusurlarını ve günahlarını araştırıp bunları alenen veya farklı yöntemlerle yayan ve koğuculuk yapanlardan,
Saniyen; Zan besleyip bu vesile ile kararmış kalbi ve ruhuyla çıkarımlar yapıp insanları dedikodularıyla karalayan ve tecessüste bulunanlardan,
Salisen; Kin ve öfke besleyip ve öfkesine yenilmek suretiyle adaletten ayrılanlardan ve delikanlılığa sığmayacak tahrik, tehdit ve tedhiş yoluna başvuranlardan,
Rabi/an; Vefasızlık ve nankörlük yaparak şu dünyanın geçici hallerine malik olamamanın suçunu ve hıncını başka bahanelere vurup ailesine, dostlarına ve içinde bulunduğu topluma yükleyenlerden. Anadolu´da vefayı anlatan en güzel sözlerden biride şudur: "Vefasız duvara vurma çamuru, yağmur yağar emeklerin zayi olur."
Hamisen; Ahlakı zayıf olanlardan ki, bu acizlik hem namus, hem ticaret, hem arkadaşlık, hem de sadakat ve vicdanı içine alan geniş bir tabirdir.
İşte bu beş temel eksikliğin biri veya hepsini üzerinde taşıyan kişiliksizler, insanlığın şerefini kirleten ucuz müsveddelerdir. Aynı zamanda imanın ve İslam´ın yemyeşil ağaçlarının da kurtlarıdır. Bu kurtları niceleri kalplerinde taşıdıkları halde; sureti haktan görünüp ve maalesef zaman zaman da toplumumuzda itibar görmektedirler. Birçoğu toplumun eğilimlerini bildiklerinden dolayı hep o yöne doğru lakırdı üretirler ve bazen de memleketin meselelerine karşı duyarlılıkları (!) dolayısıyla memduh olurlar. Ancak bizim insanımız muayyen vakitlerde hatalara düşse de, özü doğru ve arif karakterlidir. Bu nedenle su akar ve yolunu bulur. Bu edebe muğayir konuşan kargalar ile kartallar nihayetinde ayırt edilir. Edebin ifsadcıları ise, Hakk´ın ve halkın nazarında layık oldukları yere sürülürler. Çünkü Hüda´nın bize vereceği değer, iman dairesindeki kelamlarımız değil, icraatlarımızdır.
Bu itibarla, yine Bilge Dedemin tavsiye ettiği şu beş temel umde ise hayatımızın köşe taşları olmalıdır.
Birincisi; Ahlak ve adalet çizgisinden sapmadan yürümektir ki, insanı serfiraz kılan en önemli vasıflardır,
İkincisi; Doğruluk ve dürüstlük üzere söz ve davranışlarda sabit durmak ve bunların uğruna gerektiğinde sebat etmek,
Üçüncüsü; Hikmet ve hakikati mütemadiyen rehber edinmek ve onun mihmandarlığından ayrılmamak.
Dördüncüsü; İlimden ve irfandan, âlimden ve ariften kopmadan yaşamak. Lakin ilimden evvel edeb geldiğini unutmadan. Zira dergâha ilim öğrenmeye gelenlere öncelikle edep öğretilirmiş. Bundandır ki, Ziya Paşa "Gittim ilim meclisine eyledim talep, dediler ilim ta geride illa edep, illa edep" demiştir.
Beşincisi; Zarafettir. Sevgi, saygı, incelik, tebessüm, ****ni, hilm, hassasiyet ve daha insanı yücelten her ne varsa içine sığabilecek eşsiz bir cevherdir zarafet.
Demek ki, hakikatın nazarında iyi bir kul, kıymetli bir dost, çalışkan bir memur, sağlam bir vatanperver olmak için edep dairesinde düsturlara göre hareket etmek lazım gelir. Bu sanatsal hayatların şanı ve kârıdır. İbn Atâ´nın sözüyle Allah´a ısmarladık. "Her kim edepten mahrum kaldı, cümle hayırlardan mahrum kaldı." Vesselam...
HM Alper DURAN