İnsanımızın, insanımıza çektirdiği eza ve cefayı duydukça; ne kadar üzülüyoruz. Bizler, tüm Dünyanın hayranlıkla baktığı, gıpta ettiği bir medeniyetin çocuklarıyız. Nasıl üzülmeyelim? Sadaka taşlarının, yitik taşlarının, kuş evlerinin varlığı ile süslenmiş bir medeniyet. Gittiği her yere; önce insanlığı, sonra adaleti, güveni, eşitliği, götürmeyi şöyle bir kenara bırakın; o kavramları hakim olduğu topraklarda, bizzat yaşayan ve yaşatan bir medeniyet. Herkesin huzur içerisinde olduğu, birbirine yaslanmış duvar taşları gibi sağlam bir dayanışma içerisinde olan bir medeniyet. Batılılar, daha tuvalet denilen şeyi bile bilmedikleri bir dönemde; tuvalet kavramını onlara tanıtan bir medeniyet. Şimdi bile KATAR da yapılan Dünya futbol şampiyonasında tuvaletlerde klozete takılan su aparatı ile tanıştı.
Yönettiği insanlarda ırk, din, renk, dil, ayrımı yapmadan sadece insan olmalarından dolayı; Devlet yöneticileriyle bile mahkeme önünde eşit sayılarak, onu yaşatan bir medeniyet. Kadına hak ettiği değeri vererek; Ailenin temel taşı sayan, ayaklarının altına büyük bir ödül konduran, medeniyet. Biz o medeniyetin çocuklarıyız. Ne acıdır ki; kimi insanlar tarafından yetişen nesillere, yanlış ve kusurlu olarak, tanıtılan bir medeniyet… Bu medeniyetin temeli; adalet, güven, eşitliğe dayanır.
Bütün bunlara rağmen, Kendi tarihine hakaret eden, aşağılayan, yok sayan sözde aydın geçinen bir yazar çizer takımına da sahibiz.
Oysa tüm tarih araştırmacıları, tarihimizin yeteri kadar tanıtılamadığından söz ederler. Hatta yanlış tanıtılmadığından şikayette bulunurlar. Dünya tarihine ışık tutacak bir arşivimizin varlığını ısrarla savunurlar.
Bu kadar insanca yaşamayı kendisine ilke edinmiş; bir topluluğun torunları olarak yaptıklarımıza bakın. Cinayet, sahtekarlık, hırsızlık, ihanet, dolandırma… Aman Yarabbi O, muhteşem medeniyetin torunları bizler miyiz? Diye, sormak geliyor? Ne oldu bize! Neden bu kadar duyarsız, ruhsuz bir hale dönüştük? Kendi insanımıza bile hoş görülü davranamaz olduk. Kendi dindaşları tarafından yönetilmektense; Osmanlılar tarafından yönetilmeyi tercih eden o günün başka dinden olan insanları bizi görseler ne der? En kıymetli, en değerli özelliklerimizi yitirdik. Bir Batı medeniyetini kopyalamak bizi bu kadar mı dağıttı. Kendimizi toparlayamaz olduk. Getirilen her yeni buluş paralelinde kendi kültürünü getiriyor. Ama, bizim toplumumuzda hep olumsuz olanlarını duyuyoruz, yaşıyoruz.
Sosyoloji uzmanlarının söylediğine göre; yozlaşıyor muyuz? Eğer böyle olumsuzlukların arkası alınmazsa; gelecekte daha da artarak devam mı edecek? Daha yozlaşmış, daha vurdumduymaz, bir nesil mi geliyor? Bu kadar sıkıntımıza rağmen; komşularımıza yardım etmede, en önde olmamızın gereğini yeteri kadar anlatamadık. Bu yardımlaşma ve kaynaşma, yaraları sarma, duygularının yüceliğini, hayata geçmiş hali ile; o gençlere bir müjdeli haber gibi veremedik. İyi duyguların, insanda oluşturduğu; yüksek hazzı, yardımseverlik mutluluğunu öğrenmesini sağlayamadık. İyi hasletleri öğreterek, kötülüklerin önüne geçeceğimiz, gerçeğini yeteri kadar anlatamadık. Çeşitli kutlamalarla, canlılığını korumaya çalıştığımız; Çanakkale savaşının önemini, nedenini, ayrıntılarını, kısacası ruhunu bile anlatamadık.
Deprem gerçeği bu dayanışmanın bu coğrafyada hala diri ve canlı olduğuna şahitlik etti. Öyle olaylar yaşandı ki, insanımızın merhameti karşısında gözyaşlarımızı tutamaz olduk. Bir çocuk aklı ile bile, kendisine verilen ikinci oyuncağı almayıp, onu da başka bir arkadaşımıza verin diyen, paylaşmanın, bölüşmenin bu asil Milletin çocuklarının genlerinde bile var olduğuna şahit olduk. Şükür RABBİME... Bu manzaraları da gördük.
Demek ki, bu toprakların gerçek sahibi olan ANADOLU insanı hala küllerinden doğan bir ateş gibi, tüm iyilik ve güzellikleri bağrında taşıyor. Tüm olumsuzluklara rağmen. Millet olarak bunun bilincinde olmalıyız. Hani derler ya, bu Milletin külünü üfleseniz, İslami değerlerle tanışırsınız.
O halde onların yeşermesi için, uygun alanlar oluşturmak zorundayız... Bu bizim omuzumuzda bir yüktür...